Bölüm 2: Unutamayacağım kadar kısa.

468 43 150
                                    

"Ha gerçekten mi ?" Dedim alayla. Karşımda durmuş gülümsüyordu.

"Ciddiyim. Şikayetini geri çek. Onu da ikna edeceğim. İkiniz de aynı derecede suçlusunuz lakin sen şişeyi daha önce kırdın. Bu da seni saldırgan yapar. "

"O it herif boğazımı sıktı" diye bağırdım karakolda. Chan sinirle bana döndü.

"Sende kafamda şişe kırdın!"

"Acaba niye orospu çocuğu! O ellerini kırmadığıma şükret!" Dediğimde Hyorin kolumu tuttu ve beni masasına, Chan'den en uzak yere çekti. Onca karakol içinde buna gelmemiz ve Hyorin'e rastlamak zaten sinir bozucuydu.

"Bırak beni" dedim kolumu çekip sandalyeye otururken. Karşıma oturdum

"Cidden YG'de ise yarardın" dedi sessizce. Kaşlarımı çattım.

"YG'de ne ?" Dediğimde güldü. Kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Nerelerdesin bu aralar ? Uzun zaman oldu"

"Seni ilgilendirmeyen yerlerde"

"Jenni-"

"Şunu ikna et de gideyim." Dedim hızla. Bir süre bana baktıktan sonra sakince kafa salladı ve yerinden kalktı. Öteki polis memuru ve Chan'in yanına gitti.

6 ay oldu Hyorin. 6 ay, 3 gün önce o evden ağlayarak çıktım. Ne gidecek bir yerim, nede konuşacak biri vardı hayatımda. Sadece yürüdüm ve kendimi nehir kenarında buldum. Yalnız kalmak sorun değildi ben buna alışıktım ama onsuz kalmanın bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Artık eski bir odam, zor sığdığım bir banyom bile yoktu. Bamdo'ya girerken her şeyi bu şekilde kaybedeceğimi düşünmemiştim. O gün iki birbirine düşman iki semtin arasındaki köprüde elimde çantamla sadece bunları düşünmüştüm.

Benim gibi birinin ölmesi daha iyiydi. Ölmek kurtuluştu benim için. Ne daha fazla acı, ne de göz yaşı olacaktı. Daha fazla ağlamak istemiyordum çünkü ona bir söz vermiştim ağlamayacağım diye. İkimiz de bu sözü tutamayacağımı biliyorduk ama bu sefer tutmak istedim. Kendimi o köprüden atarsam hem sözümü tutacaktım, hem de artık yalnız olmama gerek kalmayacaktı. Mutlaka öteki taraf vardır diye düşündüm. Mutlaka birileri ben ölünce mezarıma gelir diye düşündüm. Yaşarken beni kabul edemedi kimse, yanımda kalamadı. Belki ben ölürsem mezarıma bir çiçek getirirler, benim için bir göz yaşı dökerdi.

O köprüdeyken bunun ironi olduğunu düşündüm. İki semtin arasında küçük bir köprü. Küçücük bir dolapta uyuyabilen ben, iki semte de sığamayan ben. Orada ölmeyi kafama koymuştum. Lakin o kadar dalgındım ki son kez onunla konuşmak istedim. Telefonumu evde bıraksam da telefonumu çıkarmak gibi saçma bir şey için elimi cebime attım. Cebimdeki not o köprüden sağ salim ayrılmamı sağladı.

"Konuştuk. Zor oldu ama ikna ettim. Şikayet etmeyecek"

"O zaman gidiyorum? " Dediğimde de gözleri koluma kaydı.

"Dövmen güzelmiş"

"Sağol"

"Onu merak ediyorsundur. Jiyong'u yani" dedi. İsmini başkasından duymak bile boğazımı kuruttu.

"Hayır. Tanımıyorum öyle birini" dedim. Göz devirdi ve arkasına yaslandı.

"Jennie rol yapmaya gerek yok"

"İyi Hyorin. Bunu keselim olur mu ? Jiyong kim ? Neden onu merak edeyim ? Beni ne ilgilendirir ? Bir kaç ay kaldığım sonra da ayrıldığım bir evde, sıradan biri. Artık hiç biriyle ilgilenemiyorum. Kendi hayatım var. Ne orası, ne de Desiti umurumda." Dedim sinirle ve çantamı alıp ayağa kalktım.

"Beraber olduğunuzu biliyorum" dediğinde olduğum yerde kaldım. Onlara söylemiş miydi ? Ne diye bahsetmişti benden ? Büyük bir hata ? Ya da güzel bir hata ? Her türlü bir hata.

"Değildik" dedim ona dönerken. Ayağa kalkıp yanıma geldi.

"O öyle söylemedi ama"

"Ne ? Ne dedi ?" Dedim panikle. Gülümsemesi yüzünü kapladı.

"Demek doğruymuş. O bir şey söylemedi. Youngbae anladı tabi ki ama doğruymuş. Yüzünden belli tabi bu dövmesini de açıklıyor"

"Beni ilgilendirmez. O kadar meraklıysan işine odaklan. Benim hayatıma burnunu sokma" dedim ve karakolun çıkışına ilerledim. Son anda sinirime yenilip tutanak tutan Chan'e döndüm.

"Ah bu arada en yakın arkadaşın kardeşini beceriyor şerefsiz" dedim bağırarak ve karakoldan çıktım. Saat 2'yi geçmişti. Karanlık sokaklarda yürümeye başladım. Kafamı sokacak bir yerim olsa da taksiye binmek hala lükstü. Ayağımdaki topukluları çıkardım ve elime aldım. Bileğimin arkası kanamıştı. Dudağımı sertçe ısırıp yürümeye devam ettim.

"Ağlamama gerek yok. Sadece ufak bir yara" diye söylendim. Gözlerimi kendimi sıkmam rağmen dolarken ellerimi vücuduma sardım. Zordu. Her türlü zordu. Dramatikleşmek istemiyordum ama hayatım drama üzerine kurulmuştu. 45 dakikalık yürümeden sonra kaldığım yere vardım. Büyük otele baktım ve ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Bir de onlara rezil olamazdım. İçeri girdiğimde bir iki görevli eğilerek selam verdi. Kimseyi umursamadan asansöre bindim ve 30. Kata çıktım. Kendi odama girer girmez hazır ramen için içerideki kettle bastım.

Ülkenin en iyi otellerinden birinde kalıyorsun. Mis gibi bir mutfak ve sadece mutfakta 59 çalışan var ama sen hazır ramen yiyorsun. Hem de kendine hazırlayıp. Hayat işte bu kadar bok gibiydim. Büyük odaya baktım. İkili bir yatak ve büyük televizyon, iki kişilik koltuk ve büyük masa. Hep kendime büyük bir oda istemiştim. Bu kadar hoş olacağını düşünmemiştim.

Üzerimi değiştirip rameni aldım ve yatağa uzanıp yemeğe başladım. Kumandayı alıp televizyonu açtım. Masanın üzerindeki dosyalara baktım. Bugün hiç bir şey yapasım yoktu. Televizyonda oynayan dizinin tekrarına döndüm. Acaba hala diziyi izliyorlar mıydı ? Acaba ben akıllarına geliyor muydum ? Sanmıyorum. 6 ay kimine göre uzundu. Bana uzun gelmişti ama aynı zamanda unutamayacağım kadar kısaydı. Komedinin üzerindeki nota baktım. O gün beni köprüden alan not. Tek olmadığımı anlamamı sağlayan not.

-Vegas otele git. 30. Kattaki oda sana ait. Orada kal. En kısa zamanda sana geleceğim.- L

Belki de ona göre de kısa bir zamandı. Hatta baya kısa bir zaman çünkü 6 ay olmasına rağmen Lisa ne gelmiş, ne de bir haber vermişti.

OTHER SIDE: REVENGE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin