Kaos Zamanı / İzmir / Türkiye
Karanlık vardı, normalde rahatlatıcı bulduğu karanlık bu kez öyle değildi... Onu korkutuyor, istemediği halde onu sarıyor, onu sıkıyordu.
Uyan! dedi kendi kendine...
Karanlıktaki iç sesi, bilinci ona emrediyordu...
Uyan!
Karanlık, derin, korkunç bir sessizliğin içinde cümleler taşımayan bir duygu seliydi.
Uyan!
Bir elektrik kıvılcımı gibi...
Uyan!
Bir yıldırım gibi...
Uyan!
Bir uyanış gibi...
Uyan!
Uzun tiz bir çınlamayla gözlerini açtığında ışık canını acıttı. Işıklar, sesler, kavramlar birbirine karışmıştı. Başı, kaburgaları zonkluyordu. Boynundaki damarlar tempolu bir şekilde zorlanırken, kalbi göğüs kafesini parçalayıp çıkmaya çalışıyordu.
Kalk!
Zar zor ayağa kalkarken bir şeyler sayıkladığını farkındaydı elbette ama ne dediği hakkında hiçbir fikri yoktu. Kılıcı neredeydi? Koşarken elindeydi, sonra o pislik ona çarpmıştı, elinde kaldırım taşı olan adam...
Kalk!
Çizilmiş, kanla kaplı ellerine bakarken biri onu hızla yakasından tutup geriye itti ve arkasındaki arabaya çarpmasını sağladı. Yüzü parçalanmış, sağ gözü akmış bir adam onu ısırmaya çalışırken bir anda saldırganın kafası mekanik bir hareketle sağa doğru yattı. Saldırgan kafasında kalan nacakla yana doğru düşerken sersemce etrafına bakan Bülent Köstem'in koluna giren ağabeyi, "İyi misin?" dedi acele ve endişeyle. Bülent başını iki yana salladı, kaşı açılmış, yüzünün sağ tarafını kendi kanı kaplamıştı. Elinden düşürdüğü dökme demirden yapılma, düz, kalın kılıcını araba camlarının oluşturduğu bir yığının içinden aldı. Bu kılıcı ağabeyi yazlıktaki atölyelerinde, pencere kepenklerinden artan demir parçasıyla yapmıştı. Ağzı bir ninja kılıcı gibi sert açılı ve keskin kılıç altmış santim uzunluğundaydı. Kılıcın mat gri gövdesine rağmen yeni bileylenmiş ve verniklenmiş ağzı etraflarını saran alevlerin ışığını yansıtarak iştahla parladı. Levent biraz eğlenmek için onu yapsa da basit insan güdüleriyle yaratılmış bir silahtı. Aç, susuz bir canavar, öldürmek için yaratılmış bir alet. Sadece öldürmek için...
Bülent, "Buradan çıkmalıyız..." diye homurdanırken neredeyse kendi kendini bile duyamıyordu.
İzmir, Karşıyaka'yı kaplayan kaosun sesi her şeyi bir canavarın pençeleri gibi ele geçirmişti. Çığlıklar, araba veya dükkan alarmları, yardım isteyenler ve silah sesleri bir sesle dönüşmüştü. Orta boylu, kaslı ve göbekli esmer adam tam dengesini yeniden sağlayacaktı ki çaprazlarında kalan bir dükkan gürültüyle patladı ve onları sokağa doğru savurdu. İki kardeş cesetlerin, cam, gazete ve diğerlerinin üzerinde yuvarlandılar ve başka bir arabaya çarparak durdular. Kulakları çınlıyor, çevrelerini zar zor görebiliyorlardı. Binalar yanıyor, arabalar ve dükkanlar patlıyordu. Elektrikler kesileli saatler, telefon hatları çökeli kırk dakikadan fazla olmuştu. Henüz on sekiz yaşında olan Bülent patlayan dükkandan alevlerle kaplanmış iki kişinin çıkışına bakarken yine ayağa kalkıyordu.
İçindeki ses ona durmadan basit komutlar veriyordu.
Kalk!
Bülent kalkarken dükkandan çıkanlardan birinin bir çocuk olduğunu anladı. Çocuk önünden koşarak sokağa ilerleyen diğer bedenin yarısı kadardı. Diğeri gibi bilinçsiz, sadece acıyla, içgüdüsel olarak hareket ediyordu. Bülent'in şaşkın bakışlarıyla önce dizlerinin üzerine düştü, sonra da yüzüstü yere yığıldı. Bülent hala hırladığını, sürünmeye çalıştığını fark etti. Yavaşça ona doğru yürürken kamburunu çıkarmış, topallıyordu. Peşi sıra sürüklediği kılıcı çocuğun yanına kadar getirdi, sonra başının üzerine kaldırdı... Acısına son verecekti.