Uzun zamandır evden uzaktaydılar. Görevleri uzun zaman önce bu toprakların ekonomik başkenti olan İstanbul adındaki bir şehrin temel keşif raporlarını konseye iletmekti. Bu raporu hazırlamak için altı koca ay harcamışlardı. Ayrıntılı haritalar ve sayımların haricinde ellerinde bir sürü anlaşma da vardı. Yasak Şehirden İstanbul'a kadar ilerlerken rastladıkları tüm şehir ve kasabalarda anlaşmalar yapmışlardı. Sonunda Avrupa yakasına geçmişler bulunan ve iki büyük gölün bulunduğu bir arazinin beyi ile gizli ittifak kurmuşlar ve yaptıklarını bildirmek için dönmeye karar vermişlerdi. Yasak Şehre yaklaştıkça tatsız dedikodular, anlamsız haberler duymaya başlamışlardı. Ama gerçekten ilk nöbet noktasında durdurulmadıklarında bir problem olduğunu anlamışlardı. Nöbet noktası bir zamanlar vadiyi bulan Serkan, Kfir ve Gece'nin girdiği ufak deliğin karşısındaydı. Bu deliği çok nadiren, bazense dağ geçitlerini kullanırlardı. Bu noktanın boş olduğu hiç görülmemişti.
Mert'in tüm, "Boş ver eve gidelim, ben acıktım," ısrarlarına aldırmayan Yusuf nöbet yerine tırmandığında iki kardeşinin de öldürülmüş olduğunu görmüştü. Bu tam iki buçuk saat önce olmuştu ve iki korucu da o saatten beri tek bir çıt bile çıkarmamışlardı. Vadi büyük ve bir o kadarda uğursuz bir sessizlik içerisindeydi. Güzateşi Korusu'nda bu saatlerde sıkı bir eğitim temposu ve mutlaka eğitim görenlerin marşları ya da eğitmenleri bağırışları duyulurdu. Ancak Güzateşi Korusu sessizdi. Yusuf ve Mert koruluğu sık ağaçlık yapısını kullanarak hızlı bir tempoyla Gölge Akademisinin bulunduğu açıklığa kadar ilerlediler. Sarışın iri yarı sayılan korucu kısık gözlerle ilk Akademinin bulunduğu geniş düzlüğe baktığında yüzüne bir tokat yemişçesine sersemledi. Akademi bir moloz yığınına dönmüştü. İki korucuda birbirine sessizce ve donuk gözlerle baktılar. Esmer ve kısa boylu olanı diğerine akşamı beklemesini işaret etti. Diğeri bariz bir karasızlık anı yaşayarak başıyla onayladı. Yavaşça Güzateşi Korusu'nun tatlı anılarla dolu sığınağına çekildiler.
Tüm gece Akademiden kurtulan birilerini aramışlardı. Her yer sıkı bir top ateşine tutulduktan sonra çevre piyadelerle temizlenmişti. Hayatta bulabildikleri tek kişi Akademi kampüsünden bin ayaktan uzak olan kayalık arazinin yanındaki, çam koruluğunda kendinden geçmiş bir şekilde yatan adamdı. Her yanı çamur, kan ve pislik içindeydi. Bu asker haricinde kimse kurtulmamıştı.
Baygın adamı Yusuf'la bırakıp, askerin izlerini takip eden Mert geri döndüğünde kardeşinin yanındaki adamın ayıldığını gördü. Bir battaniyeye sarılmış şekilde oturuyor, kontrolsüzce titriyordu. Mert soran gözlerle kardeşine baktığında, sarışın korucu işaret parmağını dudaklarına götürdü. Sarışın kolcuyu şehirlerdeki bütün bar müdavimleri Çekiç adıyla tanırdı, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesinde geri ye pek bir şey kalmamıştı karşısında bir ağaç kütüğüne oturmaktan çok yığılmışa benzeyen adamı daha önce de tanıyordu. Adnan adındaki asker henüz yirmi, ya da yirmi bir bahar görmüş olmasına rağmen kırklı yaşlarda gibiydi. İki Gölge susup sabırla adamın kendisini toparlamasını beklediler. "Ne anlatabilirim ki?" derken hala titriyordu. Bir kaç saniye duraksadıktan sonra, adam başını asabi bir halde salladı, "Bir çarpışma diye bilirdim ama bir çarpışma bile değildi. Gölge Kardeşleri... Çocuklar. Hiç şansları yoktu. Top bataryaları iki saat boyunca Güzateşi Korusu'na ateş etti, durmadan ateş etti. Havanlar, roketler ve toplar..."
Ortağının nefesini tuttuğunu duymasına rağmen ona bakmaktansa ileri geri sallanmaya başlayan ve ağlayan adamdan gözleri ayırmadı. "Siz o sırada neredeydiniz?"
Adam çoktan farklı bir dünyaya dalmıştı. "Çavuş hızlanmamızı işaret etti. Evet, onu görebiliyordum. Elli metre kadar ilerimizdeydi. Sadece yarım kahrolası saat sonra devriye bitecekti ve nöbeti on ikinci birliğe bırakacaktık. 17. tepenin kayalık zirvesini geçiyorduk. Keçi Geçidi denir bilirisiniz. Siz de eğitimde oradan geçerdiniz öyle değil mi? Ben en çok oradan nefret ederim. Rüzgarı çok sert ve dondurucudur. İşte tam o sıra Çavuş solunu işaret etti. Orada her ne gördüyse, gördüğünü anlatamadan silinip gitti. Onu delik deşik ettiler. Pusuları mükemmeldi, ilerimde bir şey patladı, beni uçurumdan aşağıya attı. Öyle olmasaydı beni de rahatlıkla öldüreceklerdi. İlk patlamayla uyandım," derken eli yavaşça sağ kaburgalarına seğirtti.