Hava neredeyse iyi bile sayılırdı. Binbaşı Rıza yeni müttefiklerine bir türlü alışamamıştı. Kuzey Tolia'ta yerleşmiş barbarlar ne konuşuyorlar, ne de yoruluyorlardı sanki. Rıza, Cem'in nasıl olup ta bu adamların arasına kaynadığını çok merak etti. Barbar yeniden eğilip, buzullaşmak üzere olan kardaki izlere baktı. Asık suratla gerisindeki tercüman sanki orada değilmişçesine ve arkasına bakmadan bir şeyler söyledi. Dili sertti, ses tonundan Rıza adamın sadece gereklilikten konuştuğunda anlayabiliyordu. Tercümanın barbardan korktuğu ve yorgunluktan dizlerinin üzerine çökmek üzere olduğu aşikârdı. Dönüp sadece, "İki gün önümüzdeler," dedi.
Kaçakları neredeyse bir aydır izliyorlardı. Binbaşı Rıza sığınağın güvenlik muhafızlarıyla soluksuz bir takibe girmişti. Kaçarken Simon'ın ukala ve şımarık oğlu Robert'ı yaralayanların askeri mahkum olduğu söylenmişti. Tabii Simon'ın özel notunu da iletmişlerdi; "Onlar hasta ve deli. Konuşmalarına izin bile vermeden öldürün."
Rıza söylenenlerin büyük bir çoğunluğunun yalan olduğunu biliyordu. Emrin asıl anlamı altı çizili olarak öldürüp, gömün ve bu konuyu sakın deşmeyin'di. Bulundukları kat Biyoloji Bölümünündü. Rıza bile oraya giremiyordu. Robert'se Genetik Mühendisliği bölümünde stajyerdi. Bunları topladıklarında sonuç hiçte iç açıcı olmuyordu. Dokuz kaçağın ikisi sığınaktan çıkmaya çalışırken vurulmuş, diğer ikisi ise yaralanmıştı. Liderleri onlara rehberlik ediyordu. Rıza'yı tam yedi kere atlatmışlardı. Rıza en sonunda Barbarlardan bir iz sürücü istemek zorunda kalmıştı. Şimdi izler yeniden batıya dönmüştü. Sığınağın akademisinden yeni mezun olmuş olan kibirli bir teğmen de Rıza'nın takip birliğindeydi. Konsey onu gözlemci olarak atamıştı. Rıza'ya göre babası konsey üyesi olmasa bu çocuğa arkadaşları bekçi köpeği bile emanet etmezlerdi. Yine de Binbaşı çocuğa tahammül etmeye çalışıyordu.
"Bence bu salaklar nereye gittiklerini bile bilmiyorlar," dedi burnu havada genç.
Binbaşı istifini bozmadan, "Bunu hangi yüce gözleminize dayanarak söylediğinizi lütfeder misiniz?" acaba dedi.
Teğmen anlaşılan Binbaşının sözlerindeki alayı fark edememişti. "Dün gece haritaya baktım. Devamlı olarak daireler çiziyorlar."
Binbaşı ona gülümseyip, başını sallayan onbaşı Nihat ile göz göze geldi. Nihat tecrübeli bir askerdi. Dört kez ceza almış rütbesi onbaşılığa kadar düşmüştü. Ciddi ifadeli bir asker Nihat sesini çıkarmadan abartılı dudak hareketleriyle, "Ne deha ama" dediğinde Binbaşı usulca kıkırdadı. Teğmen bulunduğu durumu hala fark etmemişti. Her şeyden önce bir asilzadenin birinci oğluydu. Sığınaktaki "hane" olarak adlandırılan aileler içinde bir nevi prens sayılırdı. Bunun verdiği sahte asilzadelikle, "Sizde öyle düşünmüyor musunuz Binbaşı?" dedi genç adam. Binbaşı eğitim çavuşuyken zengin piçlerini hizaya sokmak için kullandığı yöntemleri ve kelimeleri hatırlamaya çalışırken Nihat başıyla ilerisini işaret etti. İlerilerindeki koruluğun içinden bir düzine kadar adam çıkmıştı. Binbaşı sessizce küfredip, silahını kurdu.
Ancak izcileri olan barbar elini kaldırıp, tercümana bir şeyler dedi. Tercüman sakin bir ifadeyle, "Onun klanıymış efendim," dedi karşıdan görünen yabancılar için.
Binbaşı hala gergindi, "Ne istiyorlarmış?" diye sordu.
Tercümanla konuşan barbar onlara doğru yürüyen arkadaşlarını karşılamak için ilerdi. "Sormaya gidiyor efendim."
Bir saat kadar sonra koruluğun içinde bulunan korunaklı bir kayalığın yanındaki kamp yerinde, askerler koyu bir sohbete dalmıştı. Rıza dinlenebilmekten memnundu. Karşısında Cem oturuyordu. Gülümseyen dostu kamp ateşinde iyice ısınmış kahveyi uzatıp, "Al," dedi kahveyi uzatırken. "Dikkat et sıcak."
![](https://img.wattpad.com/cover/266800551-288-k145692.jpg)