Terk edilmiş köyden ayrılalı neredeyse üç gün olmuştu. Artık rotalarını güneye doğru çevirmişler ve ilk devriye hattını geçmişlerdi. Bu yüzden ateş yakamıyorlardı. İki gece önce iki kişi daha öldürülmüştü. Sonuncusu açık bir çarpışmaydı. Meltem ve Ali Nöbet noktasındayken üçüncü bir paralı asker onlara susturuculu bir silahla saldırmış. İlk olarak Alirıza'yı vurmuştu. Ancak Meltem ufak bir sıyrıkla kurtulunca onu öldürüp uçurumun dibine, Alirıza'nın yanına yollamıştı. Gerçi Bülent, Alirıza için "Lanet olasının cesedini görmeden inanmam" dese de kimse yolu iki gün daha uzatmak istememişti. Ertesi gün bekledikleri olmuş ve on kişilik bir grup firar etmişti. Alirıza komutanlarıydı ve lidersiz kaçmaları çok doğaldı. Yol arkadaşları buna çok kızsa da Gece pek aldırmamıştı. En azından gitmeleri gece yarısı gırtlakların kesilmesinden iyi bir seçenekti. Nöbet sırası onlardan kurtardıkları kızda ve Bülent'teydi. Kız genellikle nöbetlerini şövalye ile tutmaya alışmıştı. Diğerleri gibi kendisine soru sormuyor, çoğunlukla konuşmuyordu bile. Şövalyeler bir gece aynı anda nöbet tutmamaları gerektiğine kara vermişlerdi. Kızın da diğerleri ile çok iyi anlaşmadığı ve sadece Bülent'le, Noyan'a güvendiği düşünülürse mantıksız bir ortaklık da değildi. Geçen bir hafta içinde aralarındaki ilişki sıkı bir arkadaşlığa dönüşmüştü. Yalnız Gece ve diğerleri bu arkadaşlığın nasıl olup da konuşmadan olabildiğini anlayamamıştı. Sıkı yol tempoları bu uygunsuz ve birbirleri ile ilişkileri gitgide zayıflayan kalabalık grup için oldukça idealdi. Kimse molalarda kavga edebilecek yada bir birlerinin gırtlağını kesebilecek kadar dinç kalamıyordu. Sadece Noyan ve Gece böylesine bir yürüyüşü kaldırabiliyordu. Buzdeğirmen dedikleri noktaya az bir mesafeleri kalmıştı. Mutant kolcunun söylediğine göre Buzdeğirmen'de sığınak lejyonerlerinin desteklediği, kuzeyden göç ederek bu topraklara yerleşmiş olan barbarların bir istihkamı vardı. Kız bu barbarları daha önce de görmüştü. Kuzeydeki Ukrayna diye bilinen bir yerden göç etmeye başlamışlardı. Bazıları daha güneye inmiş, büyük bir kısmı misafirleri hoş karşılamayan topraklarda öldürülmüştü. Savaşmaya ve şiddete alışkın ufak ailelerde, klanlarda kaosun hükmettiği topraklarda kendi krallıklarını kurabilmek için böyle ufak ve riskli işlere girebiliyorlardı.
İsimsiz genç kadın nöbetin kendisine sağladığı yalnızlığı seviyordu. Nöbet arkadaşı Bülent de tıpkı diğer şövalye Ateş gibi büyük savaş öncesi kendi iç dengelerini sağlayabilmek bir tür inzivaya çekmişlerdi. Köle tacirleri ve paralı askerleriyle çalışmak onları fazlasıyla zedeliyordu. Denizhan'ın böyle dertleri tasaları yok gibiydi. Bülent onun bir tür politika için için şövalye yapıldığına inanıyordu. Karalığın içindeki şövalyenin zırhıyla birlikte oluşturduğu koyu gölgeye yeniden baktı. Yüzünün ana hatlarını rahatlıkla seçebiliyordu. Bulutlara rağmen aydınlık bir gece sayılırdı. "Demek ki dolun ay var..." diye düşündü ama bu düşünce ona saçma geldi. O çocukluğundan beri hiç ayı görmemişti. Afetle birlikte gökyüzüne yerleşen bulutlar o kadar uzun zamandır ordaydı ki gökyüzü sanki sadece bulutlardan oluşuyordu. "O zamanlar her şey ne kadar kolaydı..." diye düşündü genç kadın. "O zamanlar kahramanlar vardı öyle değil mi? Beni kötü cadının elinden kurtarırlardı. Beyaz atları ve parlak kılıçları olurdu." Tam düşüncede saçma gelmişti ki gözü karanlık ormanın önünde dimdik duran bir gölgeye takıldı. Soğuktan etkilenmeyen, kalın, yünlü gezgin pelerinine sarılmış ve taşınabilecek her yerinden silah kabzaları çıkmış bir adamın gölgesiydi bu. Bülent sessizce ormanı izliyordu. Genç kadının yüzü içinden gelen garip bir alevle tutuştu. "Hayır kahramanlar var, bir kahramanım var. Yalnızca beyaz atı yok." Genç kadın tatlı bir düş gördüğü uykusundan uyanmışçasına mutlu ve dinç bir yürekle gerinerek, yemekle birlikte içtiği biranın ağırlığından kurtulmak için ağaçlıkların içine doğru yürüdü. Bülent sadece bakışları ile soru sormayı uygun bulmuştu. Karanlığa gözleri iyice alışmış olan genç kadın eliyle çalıları göstererek sessizce yoluna devam etti. Bir an için Bülent genç kadının neden böyle sevimli bir şekilde gülümsediğini çok merak etti. Bir haftadır büyüefendileri sayesinde ateş yakmadan ısıtılmış sıcak yemeklere teşekkür etmesi haricinde dudaklarında hiç böyle bir ifade görmemişti. Yine de içindeki hoşgörü ve merhametli bir ses şövalyeye gülümsemenin bu genç kadına ne kadar yakıştığını fısıldadı. Şövalye sese bilinçsizce kulak verip gülümsedi.