Firuzağa Köyü Yakınları / Yasak Şehir / Türkiye
Kar fırtınası şiddetini arttırınca ağzını polar maskesiyle kapatan Onur batonlarından destek alarak arkasına baktı. İçini kaplayan huzursuzluğun asıl sebebi kar değil takip edilme duygusuydu. Pusun ardında bir şeyler onları izliyordu. Kim ya da ne bilmiyordu ama his sırtına koyulmuş biz buz parçacığı gibi oradaydı. Karların süratle aktığı beyaz boşluğun içinde terkedilmiş, yanmış ya da yıkılmış binalar birer hayalet gibi soluk siluetler halindeydi. Onur'un baktığı yerde kendisi gibi bir buçuk metrelik kızaklar çeken üç kişi görülüyordu. Onur önce pirinç kaplı pusulasına, sonrada saatini kontrol etti. Başını iki yana sallayarak ardından gelenlere en yakın binayı işaret etti. Bu havada sığınak bulmuşken iyi şansını ret edecek kadar ahmak olanlardan değildi. Onlar kalın kar tabakasının altında cansız yatıyorlardı.
Bina iki katlı bir apartmandı. Balkonundan eve giren Onur balkon kapısı zorlanmadan açınca sevindi. Hem camı kırınca evleri yalıtmak zor oluyor, hem de artık evin sahipleri yaşamasa da saygısızlık etmek istemiyordu. Girdikleri ev geniş sayılmazdı ama dışarıyla karşılaştırınca kesinlikle konforluydu. Onur yine de riske girmemek için tabancasını çekerek evi kontrol etti. Üç odalı ev aceleyle terk etmişti. Mutfakta kullanılan tüpün ve erzak dolabının dolu olması Onur'un mutlulukla sırıtmasına neden oldu. Kızakları da içeri alan ekip evi mümkün olduğunca yalıtan ekip gözcü olarak İsmail'i nöbete bırakmıştı.
Onur ocakta erittiği kar suyunu filtren geçirmesi için Serap'a uzattı. Buldukları bir pet şişeyi kesmişler gövdesine bir tülbent ağzında normalde her birinin kullandığı temiz su filtresinden birini bağlamışlardı. İnce kömür ve taşla çalışan bu filtreler Afrika ülkelerindeki insanların temiz su kaynaklarından mahrum kaldıkları zamanlar için hazırlanmıştı. 2.Tedarik Takımı bu yardım malzemelerini bur kargo firmasının dükkanında, paketlerin arasında bulmuştu. Bu basit filtrede büyük bir su damacanasının ağzına dayanmıştı. Serap memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle tenceredeki suyu ufak filtreye dökerken, "Neden konserve yemiyoruz?" diye sordu.
Yemek yapmaktan gerçekten hoşlanmıyordu. Onur gülümseyerek, "Makarnaya bir şans ver," dedi.
Bu sırada çaydanlıktaki su kaynamıştı. Türkler, İngiliz ve Amerikalılardan farklı olarak çaylarını çaydanlık ve demlik kullanarak yapıyordu. Demlikte çay ve onu haşlayan su, çaydanlıkta da sadece kaynayan su oluyordu. Demlik çaydanlığın üzerine yerleşiyor ve ondan gelen buharla ısınıyordu. Orhan elindeki porselen kupalara çay doldurarak, "Şeker?" diye sordu. Herkes şekerini kupasına atarken, "Ne kadar ilerledik?" dedi merak ve sıkkınlıkla.
Onur çayından bir yudum alıp pantolonun yan cebinden haritasını çıkardı ve mutfak masasına açtı. Diğer cebinden çıkardığı pusulayla haritayı çevirerek vadinin hemen güneyindeki bir noktayı işaret edip, "Buradayız," dedi.
Serap başını iki yana sallayarak, "Ne yani üç günde yirmi kırk kilometre mi ilerledik?"
Orhan çayını içip, "Bu hava şartlarında iyi ilerledik bence. Ne diğer keşif takımları, ne de tedarikçiler çıkabilmiştir," dedi kendileri takdir eden bir edayla.
Serap homurdanırcasına, "Evet bizim zorumuz neydi?" diye sordu.
Onur genç kadının huysuzluğunu anlıyor ve haklı görüyordu. Gecenin üçünde onları yataklarından kaldırmış, hava aydınlanmadan yola koyulmuşlardı. Normalde her görev öncesi rota ve hedeflerini kısaca anlattığı bir brifing verirdi ama bu kez sadece kendisini izlemelerini istemişti. Tezgaha yaslanan Onur sakin bir tavırla, "Hakkı Bey'i tanıyorsunuz," dedi.
Orhan başını sallayarak, "Soğuksu ağası," dedi. Ağalık feodal dönemimin ufak derebeylik rütbelerinden biriydi.
"Evet, o. Hakkı Bey geçen süre zarfında konseyin samimiyetine inanmış. Ve bize yardım etmek istiyormuş..."