İki ay kadar sonra... Kiren Köyü yakınları / Karadeniz Bölgesi / Türkiye
Onur'un kısık gözleri devamlı olarak dağlardaydı, fırtınayı bekliyordu. Gelecek olan büyük fırtınayı. Bu ona gecenin ardından gün doğumunu beklemek kadar doğal geliyordu. Beklediği fırtına yanında hiç hoşlanmadığı bir dostunu da getirecekti; ölümü... İkisi de oralarda bir yerdeydi. Uzun yüzlü, çıkık çeneli adam onu göremiyor ama kesinlikle hissediyordu. Fırtına hızlı, acımasız, gürültülü ve ölümcül olacaktı. Kaçamayacağını bildiği kaderinin bir parçası oluğunu defalarca kendine tekrarlamıştı. Kader neyi arzularsa o olurdu. Gülümseyerek arkadaşları arasındaki o sözü hatırladı "Kader kaypak, şans dönektir" Şansları hep yaver gitmeyecekti. O zaman ne olacağını düşünmek bile istemiyordu. Öncü sıkkınca iç geçirdi, gözlerini gökyüzünden ayıramıyordu.
Tek istediği fırtınadan önceki koyu gri bulutları görebilmekti. Gerçi afetten sonra gökyüzü gri bulutların baki mekânı olmuştu. Yine de O, bulutları zamanında görürse grubunun kendisini korumak için bir şansı olabilirdi. Samsun'dan oldukça tedarikli ayrılmışlar ve şansları hep yaver gitmişti. Birkaç yük dolu katırın, el arabalarının ve öküzlerin çektiği üstü sıkıca örtülmüş, üç-beş arabanın oluşturduğu kervan uzun konuşmaların ve çalışmaların eseriydi. Bu kervanı oluşturmak için Onur ve Didem aylarca çalışmıştı. Bir kısmı Didem'in şehirde tanıdıklarından oluşuyordu, diğer kısmıysa merkezinde henüz çıldırmamış, hala bir yerlerde yaşanabileceğine inanan insanlardan oluşuyordu. İkili, Samsun'un düzenli olduğu iddia edilse de, karmaşık sokakları arasından vurulmamayı başarmışlar, gökyüzünü kaplayan savaş sonrası bulutların dondurucu kıldığı soğuktan korunmuşlar ve kırk iki kişi bulmuşlardı.
Şehir merkezinde daha fazla insan olduğunu biliyorlardı ama diğerleri dışarı çıkmaya korkuyordu. Onlar da kendilerini daha fazla açık etmeden saklananlarla iletişim kuramıyorlardı. Konuştukları pek çok aile zaten terörün hüküm sürdüğü dünyada bu kervan fikrini delice bulmuş, kapılarını yardım tekliflerine kapamışlardı. Didem pek çok sefer buna sinirlenmiş, hatta bir kaç defa da ağlamıştı. Onur ise Didem'i bazen sinirlendiren hareketini tekrarlayarak sadece omzunu silkmişti, her defasında adam suskunlaşıp, arkasını dönerek yürüyordu.
Artık çok da genç görünmeyen, yorgun, uzun yüz hatlı adam bunu açıklamaya çalışmıştı, kaderlerini seçmek her insanın doğal hakkıydı. Onlar şanslarını böyle değerlendirmeyi seçmişlerdi, ne olursa olsun onlar için daha fazla zaman kaybedemezdi. Onur şehirden göçmeye hazır olanları en kısa zamanda, bildiği en güvenli yere götürecekti, Kayıp Şehre. Bazen toplandıkları eski pasajda insanların yüzlerine bakıyordu. Her şeylerini yitirmiş, sonsuz bir kışın kapılarındaki bu insanlar için Kayıp Şehir bir ütopya idi. Yine de Onur'un deli olmadığını biliyorlardı. En azından böyle umut ediyorlardı. Pek çok kere onları hayatta tutmuş, onlara yiyecek ve içilebilir temiz su bulmuştu. Bulundukları ve yağmacıların onları tek tek avlayacakları evlerinden onları bu korunaklı pasaja toplamıştı. Şimdi onlara ümit vaat ediyordu. Bu yüzden birçoğu inanmasalar da gelmeyi kabul ettiler. Bunun gerçek sebebi artık bu şehirde kalmanın hiçbir mantıklı sebebinin olmamasıydı. Giderek artan kar ve soğuk grubun hızlanmasına yol açmıştı. Bir hafta içinde tüm yol hazırlıklarını tamamlamışlardı. Yola koyulduklarında şehirde yiyecek kıtlığı başlamış, kısa aralıklarla bu nedenden dolayı sert çarpışmalar oluyordu. Biraz da bu vahşi çarpışmaların etkisiyle son anda katılanlarla birlikte kervanları neredeyse yüz elli kişiyi bulmuştu. Şehirden uzaklaşırken arkalarından uğuldayan rüzgârla birlikte Samsun'un ölümüne ağıtlar yakan silah sesleri, yeniden binaların koyu gri gölgeleri arasında mırıldanıyordu. Uzun süre sayılarının artması için gitme zamanını erteleyip durmuşlar ama en sonunda bekledikleri uzun, kara kış geldiğinde ise çok geç olmadan yola koyulmuşlardı. Aslında Onur şimdi bile çok geç kaldıklarını düşünüyordu. Kış erken gelmiş, herkesi hazırlıksız yakalamıştı, dünya artık dost değildi, onları öldürmek için her şeyi yapacaktı. Bu kez şanslı olmaları hep öyle olacakları anlamına gelmiyordu. Şans her zaman dönekti. Kritik olan ne zaman döneceğiydi.