Horasan / Doğu Anadolu / Türkiye
Semih bir yetmiş boylarında, neredeyse kurşun kalem gibi görülebilecek kadar zayıf bir adamdı. Zayıf yüzü, sarı kısa kesim saçları ve mavi gözleriyle pek çok genç kızın oldukça sevimli bulduğu bir teknokrattı. Ne yazık ki bunlara harcayacak vakti yoktu. Hem o kızlardan hiç biri ona gerçekten bakmazdı. Onun gözlükleri vardı... Kendi kendine gülümsedi ve bu düşüncesini gözlüklerini silerken düzeltti, "Kırık gözlüklerim var." Atkı yüzünden zaten boğuk gelen kısık sesi sert rüzgârda kaybolup gitti.
"Artık hazırsan gidelim dedi," Denizhan. Geniş omuzlu bir seksen boylarında bir adamdı. Sakalı yoktu, Semih sakalının hiç çıkmadığını biliyordu. Onu hiç tıraş olurken görmemişti. Denizhan'ın bal rengi gözleri her şeyi tarıyor, araştırıyordu. Genellikle gülümsüyordu. Şimdi bütün yüzünü kalın yün bir atkıyla sarmıştı. Yuvarlak gözlükleri sarı gözlerini sakladığı kadar karın devamlı olarak rahatsızlık veren etkisinden de onu koruyordu. Gözlüklere burnunu koruması için ve yanlardan ışık girmemesi için ek parçalar yerleştirilmişti. Adam onu sıcak ve karın sadece dağlarda görüldüğü Güney şehirlerinden almıştı. En azından o böyle söylemişti. Semih'in kurtarıcısına güvenmemek için bir sebebi de bulamıyordu. Kendi kızağının iplerini Denizhan'ın dediği gibi sardı. Alüminyum parçalarından oluşan kızağını ilerlemeye başlayan adamla birlikte yapmıştı.
Genç teknokrat elindeki asayı çevirip, çelik kapıya yeniden başını sallayarak baktı. Kapı babasının mezar taşını oluşturuyordu. Şüphesiz yakında her yeri kaplayan karın altında kalacaktı. Ama bir gün... karlar eriyecekti. Erimeliydi. Tanrı bu kadar merhametsiz olmazdı... Olmamalıydı. Büyük bir kısmı kar tabakasının altında kalan ve daha çok ölmüş bir hayvanın kaburgalarına benzeyen hava gemisinin enkazı arasından yürümeye başladı. Hava gemileri teknokratların bir icadıydı. Uçmalarını sağlayan güç aerodinamik değil anti yerçekimi motorlarıydı. Teknokratlar bu araçların gövdelerinde çoğunlukla afetten önce yapılmış gemileri kullandıklarından Hava Gemileri adlarını almışlardı.
İlerleyen savaşçıyı izlerken kendi anılarına gömülmüştü. Yoğun rüzgâr ve kar yağışı birleştiğinde bu tür şeyler olur. Bazen anılarınıza gömülmek istersiniz.
On Yıl Kadar Önce...
Semih tekrar babasına baktı. Henüz olanları ya da nasıl yapıldığını fazla anlayamıyordu. Tek bildiği babasının kendi boyundaki mıknatısları kullanarak pilli kutuları havada tuttuğuydu. Semih bunun babası için çok önemli olduğunun farkındaydı. Şimdilik evin her yanında, babasının tıpkı onun yardım ettikleri gibi maviye boyalı kutular vınlayarak havada asılı kalıyor annesinin yaptığı kokulu mumları havada bıraktıkları yükseklikte tutuyordu.
Babası daha önce altıncı katta gördüğü adamla konuşuyordu. Semih ister istemez onları duyuyordu.
"Bak bu tıpkı senin yaptığına benzer bir şey. Sadece ben yer çekimini kullanmıyorum. Benim hedefim seninkinden daha basit. Sadece bir milin çevresinde dönmeyi amaçlayan üç karşı kutuplu mıknatıs ve onlara bağlı olan bir dinamo hepsi bu," dedi yaşlı adam. Yüzünde gülümseme sayılabilecek bir kırışıklı vardı. Serdar bu adamdan hoşlanmıştı, ancak berbat kokuyordu. Beyaz fırça bıyıklarının dudaklarına yakın olan kısımları sararmıştı. Çocuk bunu, babasının sigara dediği kâğıt çubukların yaptığını biliyordu. Birkaç kere adamı içerken görmüştü. Neden bir dumanı içine çekmek istediğini anlamıyordu. Duman öksürtüyor ve kötü kokuyordu. Saçları da tıpkı bıyıkları kadar beyazdı. Babasının kullandığı türden gri bir tulumu vardı. Tulumun sağ göğsünde sarı şerit bulunuyordu. Ancak babasından farklı olarak başteknisyen olduğu gösteren kırmızı bir şerit daha vardı.