Karanlık bastırmaya başlamış, soğuk şiddetini arttırmıştı. Genç kadın bir battaniye ve kamyon brandasına sarınmıştı, Noyan biraz ilerde öldürülen askerleri gömüyordu. Zorlanmaktan terlemiş, sinirlenmişti terini koluna silerken başından, ensesinden buhar çıkıyordu, hava bu kadar soğumuştu işte. Dikkat çekmemek için ateş yakmayacaklar, gereksiz ışık ve ses çıkarmaktan kaçınacaklardı. Gece boyunca nöbetleşe uyuyacaklardı.
Genç kadın yeni uyumuştu, ilk nöbeti Noyan tutuyordu. Önce çevresine sonra huzursuzca mırıldanan kadına baktı. Kabus görüyor, kendini korumaya çalışıyor veya birilerinden kaçıyordu... Çok normal değil miydi... normal miydi?
Noyan içinden küfretti.
Ona bunu yapan piçleri birkaç kere canlandırıp, birkaç kez öldürebilirdi, hem de yavaş yavaş... Dişlerinin gıcırtısını duyunca kendini kontrol etti, genç kadının adını bile bilmediğini o sırada fark etti. Ne geri zekalılık... Genç kadın içindeki kanı yalap şap temizlediği bir Range Rover'ın içinde uyuyordu. Noyan'sa gergin bir halde çalıların arasında gizlendiği yerden etrafı diliyordu. Arabanın içi sıcak ve rahattı ama etrafını göremezdi. Bulunduğu durum daha azını kabul etmez, basit hataları bağışlamazdı. Bir kaç dakika sonra büyük bir patlama sesiyle gerildi. Artık irkilmiyor, sıçramıyor, sert tepkiler vermiyordu. Patlama sesi şimdiye kadar duyduklarından farklıydı ve sanki her yandan geliyordu. Daha sesin etkisi geçmeden yer sarsıntısı başlamıştı, Noyan daha önce de deprem yaşamıştı ancak böylesine büyük ve güçlü bir sarsıntı ile ilke defa karşılaşıyordu. Korku içinde uyanan kız dehşet içinde çığlıklar atmaya başlamıştı, kızı susturmak için yanına gitmek istiyordu ancak değil yürümek sarsıntı yüzünden ayakta durmak bile mümkün değildi. Arkasındaki bir yerlerde bir kaç kaya yerinden çıktı ve yuvarlandı, stabilize yolda derin çatlaklar oluştu. Bir iki ağacın yerinden sökülüp yıkıldığını gördü ama kımıldamadı.
Sarsıntı henüz şiddetini kaybetmemişti ki Noyan tepeden baktıkları körfezden gelen uğultuyu fark etti. Şehir dev depremin yarattığı sarsıntılara dayanamıyordu, binalar yıkılıyor, köprüler çöküyor, dolgu zemine kurulmuş yapılar sulara gömülüyorlardı. Noyan yangılarla yer yer aydınlanmış şehrin başına gelenleri görmekten çok hissetti. Şehir ile birlikte içinde bir şeyler de öldü.
Saatler gibi gelen sarsıntılar son bulduğunda kızın sesi çoktan kesilmişti. Noyan yavaşça yerinden kalktı ve körfezden yükselmekte olan toz bulutuna baktı. Yanında ki kızın hıçkırıkları ile girdiği trans halinden çıkan Noyan sessizce kızın sakinleşmesini bekledi.
Yarım saat kadar sonra ağlamayı bırakan genç kadın yanındaki adama döndü ve kısılmış sesiyle, "Şimdi ne yapacağız?" diye sordu. "Depremden önce ne yapmayı planladıysak onu, sabaha kadar burada dinleneceğiz ve günün ilk ışıklarıyla yola çıkacağız."
"Araçlar?"
Noyan başını salladı, "Yolların durumunu bilmiyorum, bir sonraki pusu bize, o araba için kurulursa kurtulamayız."
"O zaman neden sakladık?" dedi kadın merakla.
"Pusu kurulduğunda aldırmayacak kadar kalabalık bir ekiple gelip almak için," dedi keskin bir tavırla.
Bütün geceyi uykusuz geçirmiş olan Noyan sabaha karşı tam dalmak üzereyken büyük bir uğultuyla kendine geldi. "Tanrım! Bir gecede kaç felaket gelecek başımıza," diye düşünürken uyuyakaldığını fark edip utandı, Şehrin üzerine öken karanlıkta bile İzmir yangınların alevleriyle, gecenin kendine has ışığıyla görünüyordu. Hafifçe aydınlanmış körfezin üstünde şehre doğru ilerlemekte olan dev dalgayı fark etti. İçinden sonunda yangınlar sönecek düşüncesi geçti ve kendi düşüncesi ile ürperdi. Afetten sonra felaketler günlük olaylar haline gelmişti onun için. İnsanoğlunu dünyadaki canlıların en tepesine yerleştiren hayatta kalma içgüdüsü devreye girmiş ve onu ilerlemeye zorlamaktaydı. Ne şartta olursan arkana bakma ve hayatta kal, kural hep bu değil miydi?