Aynı anda... Sinop / Türkiye
Coğrafya kitaplarında Sinop'un sadece Türkiye'nin en kuzey ucu olduğundan bahsedilirdi. Gölgelerin içinde ilerleyen adama göre bu bilgi pek çok öğrenci için yeterli, bir o kadarı içinse gereksizdi. Ancak Sinop'a gitmediklerinden hemen hemen hepsinin akıllarında kuzeye doğru uzanmış bir yarım ada yerine sadece bir çıkıntı vardı. Bunu çok iyi biliyordu çünkü bir zamanlar o da böyle düşünen topluluğun içindeydi. Kafasında oluşan beklentinin aksine Sinop bir yarım adaydı, fakat genel ön yargıya ters olarak doğuya dönüktü. Türkiye'nin en kuzey ucu olan İnce Burun ise şehir merkezinin batısında ve merkezden uzaktaydı. Karadeniz'in çevrelediği şehir devamlı olarak rüzgâr aldığından, şehir merkezi güneye bakan kısımda yoğunlaşmıştı.
Roma İmparatorluğu ve sonrasında Sinop önemli bir liman şehriydi. O kadar büyüktü ki bir zamanlar nüfusunun yüz ila yüz elli bin olduğu söyleniyordu. Bazı ülkelerin ticaretin karını kaybetmemek ve tacirlerinin haklarını gözetebilmek için bu şehre konsolosluklar açtığı da biliniyordu. Sinop ipek yolunun önemini yitirmesi ve diğer teknolojik ulaşım yollarının hızlanmasına rağmen sadece denizden rahatlıkla ulaşıldığı için bir süre sonra önemini yitirmişti. Afet ve kaostan otuz beş, kırk yıl öncesine kadar büyük göçler vermiş şehrin, merkez nüfusu on binin altına kadar düşmüş, daha sonra üniversite ve fakültelerle yeniden nüfus yükselmeye başlamıştı.
Belki göçü önlemek için demiryolu ya da karayolu geliştirip, ulaşımı rahat, hızlı ve güvenilir bir hale getirmeliydiler. Böylece bir limanın en önemli gereksinimini sağlamış olacaklar, yeniden bu şehri ticaretin parlayan bir elması haline getireceklerdi. Ancak bunun yerine pek çok şey denenmişti. Mesela ulaşımı çok zor ve pahalı olan bir şehre sanayi kuruluşları açmayı denemişlerdi. Bu kuruşların ilk iki senelik vergileri devletçe ya çok düşürülmüş ya da hiç alınmamıştı. Böyle açılan birkaç yer vergi muafiyetinden yararlanmak için her iki senede bir isim değiştiriyordu. Daha sonra her zamanki gibi üniversite kurulmaya başlanmıştı, eğitim ve fen fakülteleri açılmıştı. Buna da en çok afetten yirmi yıl kadar önce açılmış olan Su Ürünleri Fakültesi öğrencileri ve kiralamaya hazır daireleri olan boş ev sahipleri sevinmişti. Nükleer santral gibi çılgın projeler de vardı ama hayata geçirilememişti ve artık bunun için çok geçti. Şimdi Onur gizlendiği yerden kaosa bakınca bunu başaramadıklarına dua ediyordu.
Sinop'un nüfusu yeniden artmaya başlamıştı ancak şehrin geliri daha önceki gibi dışarıdan sağlanıyordu. Sinop'un pek çok şeye rağmen bazı avantajları da vardı. Her şeyden önce en güvenli şehirlerden biriydi. Kesinlikle yirmi kişiye bir polis düşmesinin bununla bir alakası da yoktu. En anormal şartlarda bile şehirde fazla olay çıkmazdı. Sadece kara yoluyla girilen şehrin kontrolü her zaman kolay olmuştu. Ne hırsızlık, ne de soygun olan sakin bir balıkçı şehriydi. Bu yüzden yayılan kara hastalığın uzun ve uğursuz parmakları Sinop'a ulaşmadan önce epeyce vakit geçmişti.
Plajda bile cesetler vardı. Karadeniz'in görülmeye alışık olmadığı ufak ve sakin dalgalarıyla kıyıya vurmuş birkaç ceset sakince sallanıyordu. Deniz oldukça sakin görünüyordu. Karşısında, güneye doğru kıvrılan adanın üstü alev alevdi. Koyun güney kıyısındaki Gerze ilçesi de pek farklı durumda değildi. Kızıl, turuncu ve sarı renkler orasının da Sinop'la aynı kaderi paylaştığını anlatıyordu. Şu an daha doğuyu göremiyordu. Ancak biraz ilerleyip, plajın ilerisindeki kayalığı geçerse, doğu kıyılarından bazen ışıklarının göründüğü, Samsun'a bağlı olan Yakakent ilçesinden de benzer ışıltıları göreceğine emindi. Alevler gökyüzünü ve adanın üzerinden kayıtsız bir gezgin gibi geçen alçak bulutları turuncu harelerle aydınlatıyor, bazen yüksek sıcaklık bulutları bir daha görülemeyecek bir şekilde yukarıya savuruyordu. Yangının turuncu-kızıl alevleriyle bile ilerideki bulutlar deniz kadar siyah görünüyordu. Arada sırada bulutların aralarından görünen statik elektriğin soğuk mavi ışıltılarına rağmen yağmur yağmıyordu. Ağustosun sonundaki bu görüntü bile insanın moralini bozmaya yeterdi. Onur kısa bir an boyunca bulutların Özgür'ün başına gelenlerle ilişkili olup olmadığını düşündü, sonra kafasından bu düşünceleri uzaklaştırdı, şu an sadece ailesini bulmaya ve bunu yaparken hayatta kalmaya odaklanmalıydı.