Soğuk sokaklarda yankılanan ayak sesleri öylesine çıplaktı ki sanki bir tokat sesini andırıyordu. Koşarken ardına bakan adamın gözlerinde bir insanın en eski ifadelerinden biri vardı; korku. Keskin soğuğa rağmen anlında ter damlacıkları birikmişti. Kumral adam antik sokağın sınırlarını belirleyen buz kaplanmış duvarlarına çarptığında kumral saçlarını kapatan beresi yere düştü. Kalın kaşe montlu adam bunu fark etmeden koşmaya devam etti. Ciğerleri soğuk hava yüzünden yanıyordu. Bu gece hiç bir şey istediği gibi olmamıştı ama bunu düşünmüyordu. Kaçtığı sokaklar onun gibi pek çok av görmüştü. Bu sokaklar eskiydi, bu sokaklar yıpranmıştı, bu sokaklar içindeki taşlardan çok insan görmüştü. Doğum görmüştü, yaşam görmüştü, aşk görmüştü, kalp kırıklıkları ve ümitler görmüştü, cinnetler, cinayetler, intiharlar ve ölümler görmüştü. Bu sokaklar çok şey görmüştü. Bu yüzden kendine has bir ruhu vardı ve ruhu biliyordu ki adamın hiç şansı yoktu. Yirmili yaşların sonundaki adamın yakışıklı yüzü kaçtığı sokağın ucundaki gölgelerden biri uzayınca adam histerik bir çığlık attı. Gölge bir diğer gölge sıçradı. Sonra bir sonrakine ve sonrakine... o kadar hızlıydı ki adamın koşarken attığı tek adımda gölge onlarca metre kat ediyordu. İnce, uzun boylu, narin yapılı gövde son bir sıçrayışla kumral, top sakallı adama uzandı.
Kumral adam bir anda canavarın karanlık pençesinden kurtuldu. Gölge saldırdığı hızla geçti kurbanının bulduğu yerden. Düştüğü bina gölgesinin üzerindeki yerinden hızla dönerken kendisine doğrultulmuş namluyu gördü. MP5K'nın namlusu üzerindeki soluk, sokaklar kadar soğuk ışıltısı parıldarken onu tutan Anton Leshrac, "Bu gece olmaz," dedi ve tetiğe bastı. MP5K'nın uğultuya benzer sesi gölgeyi defalarca vurdu. Gölge geriye doğru uçarken kendisini delip geçen bir kaç kurşun arkasındaki terk edilmiş evin duvarlarını parçaladı. Her bir mermi patlayıcı başlıklara sahipti. Kırmızı, eski tuğlalarla yapılmış evin duvarlarında yumruk büyüklüğünde kraterler açtı. Şarjörün sonuna gelmeden gölge hızla sıçradı. Anton bu saldırıyı bekliyordu. Sol eli hızla hareket etti ve elindeki kılıç havada gümüş bir yay çizdi. Gölge tıslayarak kontrolsüz bir kavisle başka bir evin duvarına çarptı. Duvarı bir kısmı yıkılırken Anton'un elindeki antik şövalye kılıcının üzerindeki yazıları kızıl bir şehvetle parladı. Eski kılıç şehrin müzesinden alınmıştı, oysa yazılar en fazla bir kaç sene önce yapılmıştı. Anton dönerek MP5K'nın tetiğine yeniden bastı. Yıkılmakta olan duvarın toz bulutlarının arasının içine dalan mermiler ufak patlamalar yaratırken gölge tozun arasında fırladı ve geldiği gibi sıçrayarak gölgelerin arasında kayboldu. Anton MP5K'nın butonuna basarak boşalmış şarjörünün düşmesini sağladı. Yanında, duvarın kenarına büzüşmüş adama bakan genç adam iç çekti. Genç adam şoka girmiş ileri geri sallanırken zangır zangır titriyordu. Anton silahını doldurup kurduktan sonra onu üzerindeki gölgelikli kalın pardösünün altındaki yerine koydu ve adama elini uzatıp, "Artık güvendesin," dedi.
Adam küçük göz bebekleriyle başını sallarken, "O... o.. o da neydi?" diye sordu.
Anton gölgenin kaybolduğu sokağa bakarak, "Bir canavar," dedi.
Sinop'un afetten önce tamamlanmış iskelesi afetten sonraki depremlerle yarıya kadar yıkılmıştı. Geriye kalan parçaları uzun, sivri bir hançer gibi denize uzanıyordu. Deniz tam olarak donmadan önce çarpan dalgalar ve uçuşan dalgalarıyla bu hançerin etrafında yay şeklinde pek çok dikit oluşturmuştu. Bu dikitler antik bir canavarın kaburga kemikleri gibiydi. Aralarından geçen rüzgarla bazen kristal bardakların üzerinde ıslak parmakların çıkarttığına benzer uğultular çıkartıyorlardı. Bu yüzden Sinoplular artık buraya Sirenlerin Hançeri diyordu. Hançerin ucunda unutulmuş zamanların, terkedilmiş pek çok aşığı gibi yalnız bir beden duruyordu. Kımıldamadan doğuya bakıyordu. Sanki güneş yeterinde dua ederse veya beklerse doğudan görünebilirdi. Beyaz kürklü pelerini altından kurtulmuş gümüş saçları rüzgarda savruluyor, onu görenleri çekecek bir tuzak gibi aheste bir tembellikle sallanıyordu. Bu tuzağa yıllar önce düşmüş olan Anton yavaşça Lucie'nin yanına geldi. Genç kadın geçen zamana rağmen hiç değişmemişti. Fısıltıdan fazla olmayan bir sesle, "O iyi mi?" diye sordu.