Ertesi gün...
Yasak Şehir Meclisinin çılgın planı yerli yerine oturmuştu. Sabah Meclis açıldığında sahte savaş planı Meclis'te tartışılmaya başlanacaktı. Meclis oluşturulduğu zaman askeri bazı operasyonların gizlice yapılması konusunda oy birliğine varılmıştı. Ama bu kanun zaman içinde unutulmuştu, yani kanunları çiğnemeyeceklerdi. Bu garip bir şekilde hepsinin önemsediği bir şeydi. On dört senelik siyaset, diplomasi ve hayatta kalma gerçekliği şehri kurarken hayal ettikleri yüksek idealleri yontmamıştı. Aslında bu da şu an Albayın oldukça işine geliyordu. Gülümseyerek Merkez Komutanlık kapısında duran nöbetçiyi selamladı. Nöbetçi sert ve disiplinli yüz ifadesinin ardından Albay geçtikten sonra oldukça endişeli bir şekilde kendisiyle birlikte nöbet tutan arkadaşına baktı. Albayın gülümsediği şimdiye kadar hiç görülmemişti. Açıkça askerler bunu hayra yormuyordu. Albay odasının bulunduğu ikinci kata kadar hiç yavaşlamadan merdivenleri hırsla tırmandı. Misafiri gece yarısından hemen önce gelecekti. Ana girişten beri üçüncü kez nöbetçilerin bulunduğu noktayı geçti. Yerde kırmızı halılar Albayın ağırlığı altında boğuk sesler çıkarıyordu. Odasının kapısında bekleyen nöbetçilerden sağda bekleyen hemen komutanın kapısını açtı. Her ikisi de komutanı selamladı. Albay onlara aldırmadı bile.
Kısa boylu, şişman sayılacak, saçları kırlaşmış ama dökülmemiş sert bakışlı adamın odası her zamanki gibi sıcaktı. Şöminesi o gelmeden bir saat kadar önce yakılırdı. Şöminenin karşısına çekilmiş olan iki büyük koltuk bulunuyordu. Oda geniş ve düzenli bir çalışma odasıydı. Kapının karşısında Albayın çalışma masası, masanın sağında özel dosyalarının ve önemli evraklarının bulunduğu bir kütüphane, solunda ise nadide içkilerinin bulunduğu maun dolabı vardı. İki koltuğun arasına yerleştirilmiş kristal sürahiden kendisine bir bardak brendi doldurdu. Duvar saati huzur veren tıkırtılarla çalışıyordu. Şöminenin karşısında bulunan balkona doğru ilerledi. Kalın kadife perdeleri araladı, sakin görünen ana kapıya ve ana kapının ötesindeki dünyaya baktı. Sivillerin garip, acınası, disiplinsiz ve yönetilmeyi arzulayan yaşamlarına tiksinerek baktı. "Yakında..." diye mırıldandı Albay Girginler perdeyi kapatarak masasına geri dönerken.
Masasının üzerinde yeni bırakılmış raporlar duruyordu. Albay bunları öğlen, toplantıdan hemen önce istediği istihbarat raporları olduğu hatırladı. Raporlara uzandığında en üstte duran kapağın yavaşça kımıldanışını gördü. Daha sonra soğuk bir esinti yüzüne çarptı. Esintinin nereden geldiğini görmek için başını kaldırdığında gözleri yerlerinden fırlayacakmışçasına büyüdü. Karşısında, şöminenin hemen yanında uzun, siyah pelerine sarılmış, ince bir siluet duruyordu. Belli ki durduğu yeri özenle seçmişti, zira şöminenin kızıl ışığı onu aydınlatmıyordu. Açık balkon kapısından bir kaç kar tanesi içeri süzüldü. Albay gözlerini kısarak beklediği misafirin kendisine söylendiği kadar iyi olduğunu kabullendi. Hemen ardından kendisini şoka uğratan o korkunç metalik sesi duydu. Siluet silahını kurmuştu.
"Beni vuracak mısın?" diyebildi Albay sadece.
Gölge kadife bir sesle, "Sadece bir önlem Albay, gerekli bir önlem," dediğinde albay yerine oturdu, sakin görünmeye çalışıyordu. Beklediği misafir sonunda gelmişti. Şehirde bir kabustan bahsedercesine fısıltıyla dolaşan ismini en sonunda Albay da duymuştu. Hançer.
Hançer'in fiyatı oldukça yüksekti. Ancak bir kere ödenip, hedefi belirlendikten sonra kurbanının kaçtığı hiç görülmemişti. Bu gece Albay Girginler'in de tam olarak böyle bir hizmete ihtiyacı vardı. "Buna gerek yoktu ama nasıl uygun görürsen öyle olsun," dedi kendisini toparlayarak.
"Bu şekilde olacak," dedi kestirip atarak şöminenin yanında kımıldamadan kalan gölge. "Fiyatımı kabul etmişsiniz Albay... İş nedir?"
Albay masadaki konyağını uzanıp, kadehi şöminenin ışıltısına doğru tuttu. Kristal kadehin ışıltılarına bakarken "Evet. Gerçekten pahalısın..." dedi. "Görevin basit bir sabotaj, seni yerleştireceğim grubun geri gelmemesini sağlamalısın."