(multi :Bölüm kapağı )
Doluyordu gözlerim. Burnumun direği soğan doğramışım gibi sızım sızım sızlıyordu. Hangi zamana gelmiş olursam olayım mutlaka benden hazetmeyen birileri çıkıyordu karşıma. Belki de hak ediyordum bu muameleyi... Şaşkınlığı geçen hüzün dolu bakışlarımı yanağıma damlayan bir inci tanesiyle çektim ondan. Ve hıçkırıklarımı göğsümde tuturak dönüp hırsla yürümeye başladım. Nereye, ne yöne gittiğim hakkında ufacık bir fikrim dahi yoktu. Niyetim yalnızca ondan uzaklaşmaktı. Elimi kaldırıp yüzümdeki ıslaklığı öfkeyle koluma sildim. Bundan gayrı değil selam vermek, onu gördüğüm yerde yolumu değiştirecektim!
-Hazan! Hazan durasın! Durasın ay duymaz mısın beni? '
Duyduğum seslenişle yavaşlattım adımlarımı. Orada aslında Gülnare'yi beklediğimi tamamen unutmuştum. Şimdi beni ağlarken görüp ne olduğunu soracaktı. Arkamı dönmeden evvel gözlerimi silip derin birkaç nefes çektim. Yüzümün şişmediği ümidi taşıyordum. Derken koşar adımlarla yanıma ulaşmıştı. Elini omuzuma koyup nefes nefese baktı yüzüme.
-Beni beklemeden nereye gidersin?'dedi hızlı nefesleri arasından. Bir an duraksamış, bakışları kızarık gözlerime takılmıştı . Hüzünle kısıldı iri mavileri. 'Ay! Can kurban bacım... Sen neden ağlarsın? '
Buruk bir tavırla kaldırdım omuzlarımı. Ömrümce ağlamaya ve ağlatılmaya öyle alışmıştım ki nedenini kendime bile sormamıştım. Zorlukla bir yutkunma geçti boğazımdan. Hayatımda çok sevdiğim bir yere kavuşmuştum ama o alp bozuntusu buraya ait olamayacağımı söylüyordu. İlk kez istediğim aidiyet duygusunun beni böyle yaralayacağını bilemiyordum. Nitekim ben şimdiye dek yaşadığım hiçbir yere kendimi ait hissetmiyordum. Kayı benim için ilkti... Ve son kalacaktı... Üzgün bir suratla burnumu çekip aklıma gelenle uzanıp Gülnare'nin elini tuttum.
-Senden birşey isteyeceğim Gülnare. 'dedim kısık bir mırıltıyla.'Beni muvakkit Mahmud Çelebiye götür.'
🍁
Muvakkit kelime anlamı olarak vakit tayin eden demekti. Eskiden, daha doğrusu bu içine düştüğüm zamanlarda saat olmadığından namaz vakitleri gibi tespit edilmesi lüzum gelen şeyleri muvakkitler belirlerdi. Dünyânın güneş etrâfındaki hareketlerini inceler, buna göre vakit tayin ederdi. Mahmud Çelebi de Selçuklu medreselerinde ilim görmüş, ve uzun müddet muvakkitlik yapmış bir büyüğümüzdü. Çadırına vardığımızda etrafı saran ilkel saman kağıtlar, üzerlerinde çizilmiş envai çeşit güneş sistemi karşılamıştı bizi. Şimdiler yalnızca Ramazan ayı ve bayramların haberini vermek ile görevli olsa da işinin erbabı olduğu aşikardı. Bakışlarımın kaydığı kağıtlarda görünen çeşitli galaksi resimleri onun müneccinliğe, yani bizim zamanımızdaki adıyla astrologluğa merakı olduğunu gösteriyordu.
Oturduğum minderde usulca kıpırdandım. Bizi çok güzel karşılamıştı. Beklentimin aksine oldukça yumuşak huylu bir amcaydı. Sorularımızı ilgiyle dinleyip, cevaplamak için bizi otağına buyur etmiş, Gülnare benim rahat konuşabilmem için şerbet hazırlamak bahanesiyle aşlık kısmına geçmişti. Ellerimi esbabımın üzerinde tedirginlikle birleştirdim.
-Ben geçen gece olan kanlı dolunayı merak ediyorum efendim. 'dedim heyecan içinde titreyen sesimle. Mahmud Çelebi sorumu duyup yüzündeki belli belirsiz tebessümüyle başını sallamıştı. Bu konuda bir malumatı olduğunu sanıyordum. Hafifçe nefeslendi.
-O gece sehere dek izlemiş idim gökleri. Kanlı dolunay tutulması varken ise İki Cihan Serveri'nin sünneti üzre husûf namazı kıldım. Museviler ve hristiyanlar başka anlamlar çıkarsa da güneş ve ay tutulması biz Müslümanlar için dua vaktidir kızım. '
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"BERCESTE" 🍁 (Tamamlandı)
Historical Fiction🍁 -Hey!'dedi sesi atının nal seslerine bulanırken. Gelip tam önümde duraksamış, yorgun hayvan ağır ağır adımlamıştı. Bir doğan misali keskin bakışları sertçe geçti gözlerimden.'Yalnız çıkılmayacak denildi. Nereye gittiğini sanırsın?' -Yetti gayrı...