Yazar Ağzından ...
Gülışık ananın sözüyle fırlamıştı Akın Alp ayağa. Hekim gerekti... Söğüt'te bulunan ebe ve şifacılarda değildi karısının dermanı. Onu sırtlayıp Konya'ya götüremeyeceği için ahalinin ulularına danışmalı, en mahirinden bir hekim bulup hatununun kıyına getirmeliydi. Getirmeliydi, hemde en tezinden. Çünkü ne doğmak için çırpınan bebenin, nede acılar içinde kıvranan Hazan'ın dayanacak hali kalmamıştı. Derken çare yine muvakkit Mahmud Çelebi'den gelmişti. Mahir bir hekim tanıdığını ve onun adını verdiklerinde mutlaka peşleri sıra Söğüt'e geleceğini söylemişti. Lakin hekim ne Söğüt'te , ne Harmankaya'da nede İnegöl'deydi. Hekim girmenin en zor olduğu , güvenliğin son zamanlarda daha da sıkı tutulduğu o kaledeydi . Prusa Kalesinde !
Tezinden tüccar esbablarına bürünmüştü Akın alp ve yoldaşları. Osman Beyinde müsaadesini almış, gizlice Prusa'ya girip hekim Aleksios'u almak üzere Söğüt'ten yola çıkmışlardı. Bıçak açmıyordu Akın Alpin ağzını . Aklı fikri nefessiz gibi yatan hatunundaydı. Hele ki onunla gezdiği Prusa topraklarına onsuz girmek... En çok canını yakanda buydu. Derdinin devası yine Prusa'da saklıydı. Oraya imdi girmek gelecekte gezmesi kadar kolay değildi. Büyük surları Türk ve alp oldukları anlaşılmadan aşmaları, devreye gezen sokaklarında sükunetle yürüyüp dikkat çekmemeleri gerekiyordu. Birde hekimin evini bulması vardı tabii. Muvakkit emmi tekfur sarayı yakınındaki Meryem ana kilisesini bulmalarını, evin hemen kilisenin karşısı olduğunu söylemişti.
Atlarını çatlatmayı göze alarak dört nala sürdüler Prusa yolunda. Üzerlerindeki gayrımüslim tüccar esbabları ziyadesiyle rahatsızdı. Fakat aralarındaki en büyük fedakarlığı Sencer yapmıştı. Uzun sakal ve bıyıklarını tıpkı gavurlar gibi tıraşlamış , en tezinden eskisi gibi olsunlar deyü içinden dualar etmişti. En büyük korkusu da Söğüt'e dönende onu böyle gören hatununun vereceği tepkiydi. Nitekim Gülnare'nin sağı solu belli olmazdı. Kestiği için kızsa neyse de eğer bu halini daha çok beğenirse Sencer'in bittiğinin resmiydi.
-Hov..'
Kale girişinin yakınında tırısa kaldırdılar atları. Hayvanlar epey yorulmuştu. İçlerinden biri yorgun hayvanlara su ve yem vermekle ilgilense , diğer ikisi hekimin evini arayabilirdi. Vakitleri yoktu. Birkaç saat içinde hava kararmadan bu kaleden çıkmaları gerekiyordu. Aksi takdirde kapılar kapanacak, ve yarın sabah gün aydınlanana kadar açılmayacaktı. Yetişemezlerse nece olurdu Hazan hatunun ahvali? Göktuğ kafasındaki tüylü başlığı yavaşça kaldırıp kapıda bekleyen askerlere göz ucuyla baktı. Gelene geçene çok dikkat ettiklerini zannetmiyordu. Nitekim daha evvelde Akın ile Prusa'ya tüccar kılığında girmişler, ve işlerini halledip yakalanmadan dönmüşlerdi. Şimdiyse geldikleri mesele siyasi değil, tamamiyle insaniydi.
-Tekfur sarayının kıyına elimizi kolumuzu sallayarak varamayüz. Sencer sen atları tımar edip sulayasın. Biz tezinden hekimi bulup Söğüt'e götürmek içün hazır edecez.'
Sencer Göktuğ Alpin dediği ile başını salladı. Akın Alp ise hala sessizdi. İçinde kopan fırtınalar dışarı sükunet olarak yansıyordu. Prusa kalesini gördüğünde o gece canlanmıştı gözünün önünde . Sevdiğini başka vakitlerde bulup ait olduğu yere getirdiği o kutlu gece... Prusa'nın taşı toprağı şahitti aşklarına . Prusa demek Hazan demekti ...Ve şimdi onu gerçekten kaybetmenin eşiğindeydi. Üstelik bu kez sırlı kapılardan geçip başka vakitlerde de arayamazdı onu. Anası gibi karnında yavrusu ile uçmaga uçacaktı belkide. Omuzuna dayanan büyük el ile irkildi .
-Az kalmıştır gardaş. Göreceksin bak , tam vaktinde kavuşacağız Söğüt'e.'
Akın yine sükunetle başını salladı. Göktuğ'un dediği gibi vaktinde ulaşacaklardı. Söğüt'ten Prusa'ya gelmek sandığından daha kısa sürmüştü. Hekimi bulmak da kısa sürmeliydi. Üzerlerindeki gavur esbablarını iyice düzeltip askerlerin arasından olağanca bir sakinlikle geçtiler. Hatta Sencer elini incecik yaptığı bıyıklarına götürüp yamaçlarından geçen diğer misafirlere selam vermeyi ihmal etmemişti. Yüzündeki sırıtış öyle pişkindi ki yarım yamalak rumcası fark edilmemişti. Girişi sorunsuz atlattıktan sonra ilk durakta atlarını Sencer'e teslim etmiş, buluşmak üzere yer saptayıp iki yoldaş tekfur sarayını aramaya koyulmuştu. Prusa bambaşka bir alemdi. Zengini çok zengin, fakiri çok fakirdi. Geçtikleri sokaklarda açlıktan ve sefaletten yerlerde sürünen insanlar görmüşler, içleri acısa da zorundalıklarını düşünüp sonra yardım için gelmeyi akıllarına yazmışlardı. Osman Bey haklıydı. Prusa'nın bir an evvel fethi gerekti. Bu halka edilen zulüm başka türlü dinmeyecekti. Yöneticiler halktan vergi adı altında topladıkları altınlarla günlerini gün ediyor, ipekten giysiler giyip altın kadehlerde şaraplar içiyordu. Prusa'nın ve Bizans'ın gücünü böyle gösterdiklerini savunup çıkan en ufak çatlak sesi bile hemen susturuyorlardı. Lakin bu ettikleri zulümden gayrısı değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"BERCESTE" 🍁 (Tamamlandı)
Historical Fiction🍁 -Hey!'dedi sesi atının nal seslerine bulanırken. Gelip tam önümde duraksamış, yorgun hayvan ağır ağır adımlamıştı. Bir doğan misali keskin bakışları sertçe geçti gözlerimden.'Yalnız çıkılmayacak denildi. Nereye gittiğini sanırsın?' -Yetti gayrı...