(multi : Yeni kapak)
Hayat ; doğumla başlayıp ölümle son bulan, kimi zaman mutluluk, kimi zaman ise hüzünle geçen sergüzeştler zinciriydi. Bazı insanların uzun uzadıya taşıdığı, bazısının ise daha ilk halkalarında kopup elinden kayan altın bir zincir... Her kıştan sonra bahar gelir, hem düşen yapraktan sonra yeni bir dal filizlenirdi. Tıpkı ömür gibi... Ve ben şimdilerde gelecek bir baharın haberini hevesle gözlemekteydim.
Söğüt'teki bu hareketliliğin ilk adımı Kulacahisar'ın alınışı ile atılmıştı. Tarihten bildiğim bilgiler yine doğru çıkmış, Osman Bey ve alpleri bu cenkten sağ salim, hemi de zafer ile dönmüşlerdi. Bu duruma en çok sevinen ise ne Gülnare ne Gülışık ana nede bir başkasıydı. Bu hasta yatağında mecalsiz yatan Halime hatundan başkası değildi. Bey oğlunun ilk zaferi ona can vermiş gibi duyduğu anda gülümsemiş, yerinden zar zor da olsa doğrulup Rabbine hamdü senalar etmişti. Lakin Osman Beyin obaya varışına kadar sürmüştü bu iyi hal. O gelende bu kez bir daha açılmamacasına kapanmıştı güzel gözleri. Gitmişti Osmancık'ın anası. Gitmişti Kayı obasının kutlu hatunu...
Günler kimine can vermiş, kiminin canın çalmış da geçmişti. Halime hatunun gidişi herkesi bedbaht etse de doğanın kanununa saygı duymak, gittiği yerin güzel olması ümidiyle dualar etmek gelmişti elimizden. Lakin ondan sonra kendini bu dünyadan iyice soyutlayan Ertuğrul Bey yüreğini yıllar yılı tutmuş bu sevdadan ayrılınca aynı kalamamıştı. Halime'sinin ardından her geçen günü ömrünün son günü bilmiş, her gördüğünde evlatlarıyla, sevdikleriyle helalleşmişti. Belki de hissetmişti. Ve Halime hatunun gidişi üzerinden kırk gün geçmişken fani dünyada gününü tamam edip emanetini teslim etmişti. Ceylan gözlüsünün ardından gitmişti Ertuğrul Bey. Üç aslan gibi yiğit evladını evvel Allah'a, sonra birbirine emanet edip göçmüş, gitmişti.
Adımlarım beyaz örtünün üstüne her değdiğinde tuhaf sesler çıkarıyor, kar soğuğu kemiklerimi titretmeye başladığından hızlı hareketlerle eve varmaya çabalıyordum. Cenaze evinde Gülışık anam ile sabaha dek kalmış, diğer hatunlar ile birlikte Kuran'ı Kerim okumuştuk. Gün sabaha vardığında ise Gülnare sırf üzüntümüz aklımızdan çıksın diye yeni bitirdiği kilimi göstermek üzere beni evine sürüklemişti. Fakat benim aklım, fikrim gelecek bu kutlu haberdeydi. Ve gelmişti de... Malhun hatunun sancısı tutmuş, Osman Beyin ilk evladı dünyaya gelmek üzere yola düşmüştü. Şimdi gidecek ve ebe hatunlarla birlikte doğumu yaptıran anama destek olacaktım. Öyle heyecanlıydım ki! Bir devir açan, bir imparatorluğun ilk düğümlerini atan adamın doğumuna şahitlik edecektim. Ve kadere bakın ki dün koskoca Ertuğrul Gazi kara toprağa girerken bugün Orhan Bey ömrüne bismillah diyecekti.
Yönüm köşe başına doğru dönmüş, bir sonraki sokağa saptığımda Osman Beyin hanesine varmış olacaktım. Düşmemek için hem dikkat ediyor, hemde yetişmek için koşturuyordum. Derken gördüğüm kişiyle bir anda duruvermişti adımlarım. Yüzü benden yana olmasa da uzun boyu, geniş sırtı, heybetli omuzları bu kişinin kim olduğunu hemen anlamama yardımcı olmuştu. Bu oydu... Cenkten sonra yalnızca anamın yamacında görüşmüş, sonrasında gelen cenazeler ile görüşmeye fırsat bulamamıştık. Sol yanımda kıpırdanan bir yer onu özlediğimi fısıldıyordu kulağıma. Birkaç adım daha attım. Ve nihayetinde görüş açıma giren manzara ile donmuş haldeki ellerimi yumruk halinde sıktım. Sokak ortasında durmuş, karşısındaki hatun ile hararetle muhabbet ediyordu! Yaprak yeşili gözlerim istemsizce kısılırken kızı öfkeyle süzmüştüm. İki yandan belikleri, kürklü dışarlığı, sürmeli çekik gözleri vardı. Kahretsin ki çok güzeldi! Ve daha önce obada gördüğüm bir kıza asla benzemiyordu. Boğazıma takılan yumruyu zorlukla yutarken hırsla devam ettim yürüyüşüme. Ve bomboş sokakta sanki onları görmüyormuş gibi koşturmaya devam ettim. Öfkeyle burnumdan soluyordum resmen. Adaklı adama yakışacak şey miydi sokak ortasında bir hatunla konuşmak? Dişlerimi birbirine bastırıp tam olarak yanlarından geçtim. Beni fark etmemiş olmaları imkansızdı. Adımlarımı daha da hızlandırdım. Bana yetişmemeli, soru sormamalıydı. Ve duyduğum ünleyiş ile bu kez gerçekten koşmaya başlamıştım.
-Hazan hatun durasın! '
🍁
-Ha gayret Malhun hatun! Az daha sabır! Başı görünür!'
Ömrümde ilk kez, hemde kendi zamanımda çocuk denilecek bir yaşta doğuma şahitlik ediyordum. Üstelik asırlarca dünyayı yönetecek bir imparatorluğun kurucusu olacak adamın doğumuna! Bu her kula nasip olur muydu hiç? Hüzün ve endişe dolu bakışlarım ebelerin destek verdiği, benimde ancak elinden sıkıca tutabildiğim Malhun hatunun üzerinde geziniyordu. Yorgundu. Çok yorgundu. Dün geceden beri süren doğum dalgaları onu epey yormuş, şimdi ise bu yolculuğun sonuna varmıştı. Domaniçteyken şifa çadırında gördüğüm, ancak neye yaradığını anlamadığım o garip, tahta taburenin üzerinde oturuyor, eltileri Ayna Melek ve Burla hatunun destekleri ile bebeğini dünyaya getirebilmek için ter döküyordu. Ve ben az önce garip dediğim taburenin aslında bizim zamanımızda argo olarak kullanılan öreke, yani doğum taburesi olduğunu konuşmalardan anlıyordum.
-Ikınasın Malhun hatun! Beben gayret bekler ıkınasın! '
İlk doğumu olmasına rağmen sakinliği ve dirayetine hayran kalmıştım Malhun hatunun. Bizim alışık olduğumuz dizilerdeki kadınlar gibi çığlık atmıyor, Şeyh Edebalı'nın kızına yaraşır halde sükunetle ve kıpır kıpır dudaklarıyla Rabbinden mehil diliyordu. Bir anda tuttuğu elimi daha sıkı kavramış, yer çekiminin kuvvetini de kullanarak kolaylaşan doğumunda sona ulaşmıştı. Yorgun bedeni canından ayrılan evladı ile mecalsizce arkasındaki Ayna Melek'e yaslanmıştı. Bunları bir dizi izler gibi izliyordum. Tek farkı kameralardan değil bizzat kendi gözlerimden görüşümdü. Bebeğin bedeni temiz bezle kurulanıp hazırlanmış olan kundağa sarılmıştı. Halsiz düşen Malhun hatun eltileri tarafından çarçabuk toparlanıp döşeğine yatırılmıştı. Bembeyaz teni, iri gözleri ve biçimli dudaklarıyla sanki az evvel doğum yapmış bir kadın değil gibiydi güzelliği. Bebeğini kucağına alıp bağrına basmıştı. Sonunda kollarındaydı Osman Beyin istikbali. Ve ömrümde yaşayacağım en güzel bir başka şey başıma gelmiş, hatunlar tarafından müjdeci olarak yollamıştım.
Mutluluk doluydu adımlarım. Her nefeste bana bunları yaşamam için izin veren, mucizeyi gönderen Rabbime şükürler sunuyordum. Senelerce her Tophane'ye gittiğimde evvela babasının, dönüşünde oğlunun kabrine uğradığım zatların yamacındaydım. Ve şimdi o babaya, o oğulun müjdesini verecektim. Aşığım dediğim adamın evladının müjdesini verecektim. Lakin içimde kıskançlığın zerresini taşımıyor, bu müjdeye neredeyse onlar kadar mutluluk duyuyordum. Tahta merdivenlerden tebessümümle aşağıya indim. Osman Bey avluda alpleriyle ve ağabeyleri ile birlikte müjdeyi bekliyor, bir sağa bir sola sabırsızlıkla turluyordu. Gelişimi gördüğünde heyecanla bana çevrilmişti iri ela gözler. Kalbim bu gözlerin bakışıyla takla atarken merdivenlerden inmiş, sanki orada ondan başka kimse yokmuş gibi bir hisle önünde durmuştum. Tek bir mimiği dahi oynamıyor, o kutlu yüzü vereceğim haberi hevesle bekliyordu. Daha fazla bekletmedim onu. Gözlerine bakarken derin bir nefes aldım ve iri ela menevişler ışıl ışıl parlarken mutlulukla konuştum.
-Müjdeler olsun sana Osman Beyim. Soyunu soylayacak, boyunu boylayacak, yedi kıtaya hükmedecek bir imparatorluk kurup sana nice Bursa'lar fethedecek bir yiğit doğdu! '
#BölümSonu#
Kısa olsun bizim olsun 😍
Hoşgelmişsin Orhan Bey 😌
Soyun soylansın, boyun boylansın Osman Beyim 😍
Sizi seviyorum ❤️
Bursalı Gelin 👑
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"BERCESTE" 🍁 (Tamamlandı)
Historical Fiction🍁 -Hey!'dedi sesi atının nal seslerine bulanırken. Gelip tam önümde duraksamış, yorgun hayvan ağır ağır adımlamıştı. Bir doğan misali keskin bakışları sertçe geçti gözlerimden.'Yalnız çıkılmayacak denildi. Nereye gittiğini sanırsın?' -Yetti gayrı...