🍁Yirmidokuzuncu🍁

6.3K 732 341
                                    

Gözkapaklarımın ardına vuran güneş ışıklarıyla uyandı zihnim yeni güne. Başım sert bir cisimle yaralanmış gibi sızlarken inleyerek yutkundum. Düşünceler uzun bir uykunun ardından gelir gibi usul usul doluyordu beynime.  Kafamın içi seslerle yankılanıyor , kendi sesimden hitaplar işitiyordum . Akın ... Gülışık ana ... Gülnare ... Hafsa ... Oğuz... Osman ! Bir anda ardına kadar açıldı gözlerim . Bakşlarım ürkek bir tavırla gezdi görüş açısında. İri bir çınar ağacının altında yatıyordum şimdi . Ulu bir çınarın gölgesinde ... Gözlerime dolan yaşlar aklıma düşen görüntüler ile sızmıştı yanaklarıma. Neydi ?... Yoksa herşey bir rüya mıydı ? Dikenler batıyordu sanki boğazıma . Nefes alamıyordum. Korkuyordum... Başımı kaldırıp etrafıma bakınmaya korkuyordum . Lakin mecburdum buna . Yorgun bedenim acı dolu inlemelerim ile kıpırdandı yattığı soğuk toprakta. Başımı kaldırıp korka korka baktım üzerimdeki kıyafetlerime . Bunlar... Bunlar benim esbablarımdı. Börküm, yazmam , alınlığım , kuşağım... Çarçabuk boynuma kaydı titreyen ellerim . Kolyem ! Akın'ın hediye ettiği yadigar kolyede boynumdaydı işte . Rüya değildi... Yaşadığım o günler ,geçirdiğim o seneler rüya değildi. Rüya olmadığına , bir tür şizofreniye tutulmadığıma sevinemiyordum bile . Dönmüştüm... Dönmüştüm işte . Mucizem buraya kadardı . Akın, anam , bacılarım geride kalmıştı şimdi. Ben gitmiştim onlardan...

Zorlukla ayağa kalkıp ellerimi çınar ağacının kabuklu gövdesinde gezdirdim. Gitmeliydim ... Ben ait olduğum yere , Kayı'ya dönmeliydim ! Ruhu geçmişe ait birinin gelecekte işi yoktu. Yapamazdım artık burada . Nefes alamazdım ... Hıçkırıklarım ile yeniden çöktüm yere. Dönmüştüm... Peki ya şimdi ne yapacaktım ? Neredeydin diye sormayacaklar mıydı bana ? Kiminleydin diye çökmeyecekler miydi bağrıma ? Başıma gelebilecekleri düşünüp başımı ellerim arasına aldım. Geri gitmek için herşeyi yapmalıydım . Ama şimdi ?  Sakin kalmaya karar verip kalktım ayağa. Evvela üzerimdeki kıyafetleri değiştirmeliydim. Bu şekilde tarihi dizi setinden fırlamış gibi görünüyordum. Sabahın bu en erken saatlerinde herkesin uyuduğunu düşünerek bahçeye bakan balkon kapısından girdim içeri. Parmak uçlarımda adımlar atıp koridorun sonunda , dayımların ben bu eve gelene dek ardiye olarak kullandıkları minicik odama girdim. Duvarda asılı duran takvimli saate döndü gözlerim. Bir an aklımın tutulduğunu hissettim. Bu tarih ... Bu tarih benim gittiğim günün ertesi sabahıydı. Sadece saatler mi sürmüştü onca yıl ? Yaşadığımız onca macera sabah olana kadar mıydı ? Yatağımın ucuna düşünceyle oturdum . Muvakkit emmi bana bast-ı zaman ve tayyi mekan yaptığımı söylemişti. Tayyi mekan mekanda yolculuk, bast-ı zaman ise zamanın genişlemesiydi. Yani buradaki saatlerle orada yıllar , aylar , haftalar geçebiliyordu. Ellerim istemsizce yaslandı yanaklarıma. Dönmeliydim ! Burada geçirdiğim her saat orada zaman daha uzun işliyordu  . Dönmeliydim ... Ama nasıl ?...

Gözyaşlarımla kalktım ayağa. Ellerim üzerimdeki esbabları zarar vermekten korkar gibi usulca sıyırdı . Evdekiler uyanmadan üzerimi değiştirmeliydim. Sonrada esbablarımı güzel bir yere saklamalı, dönebileceğim güne kadar kimseye göstermemeliydim. Çıkardığım kıyafetleri dolapta bulduğum bir örtünün içine güzelce sardım. Boynumda sallanan kolyeme gitti titreyen ellerim . Akın... Akın gelip beni otağda bulamadığında ne düşünmüştü kim bilir? Gittiğimi mi sanmıştı yoksa ? Bir anda hayatına girdiğim gibi bir anda çıkıp gittiğimi mi sanmıştı ? Birkaç adım atıp dolabın hemen yanındaki kapıdan banyoya geçtim. Banyonun ardiyeliğe geçiş kapısı vardı, ve odamdan çıkmadan banyoya girebiliyordum. Bu eve taşındığım zaman dayımlar mahremiyet açısından burayı uygun görmüş, Mihran evvelden küçük diye burun kıvırdığı bu odayı ben alınca bozulmuştu.

Dakikalarca kaldım sıcak suyun altında. Böyle uzun uzadıya, su ısıtmadan, su taşımadan banyo yapmayı özlemiş olmalıydım. Ama yok... Bu zamana dair özlediğim hiçbir şey yoktu benim. O zamanın çilesi bile ödüldü bana . Zor gelmemiş, aksine çarçabuk alışıp sevmiştim. Banyodan çıkıp hazırladığım eşofman takımını geçirdim üzerime. Alıştığım salaş , pamuklu ve kat kat esbabtan sonra nasılda rahatsız edici  gelmişlerdi. Yakasını paçasını çekiştirsemde mecburdum giymeye. Nitekim çokta kıyafeti olduğu söylenemezdi . Nemli saçlarımı omuzlarıma salıp bol bir halde ördüm. Kemik tarakla taranan, çeşitli bitkiler ile yağlanan ve saf sabunla yıkanan saçlarım nede güzel uzamıştı. Lakin anlaşılabilirdi. Bu yüzden örgü halinde etrafına dolayıp topuz olarak toplamıştım. Ağlamaktan şişip çizgiye dönen gözlerimle aynadaki yansımama baktım. Uzun zaman olmuştu böyle büyük bir aynanın karşısına geçmeyeli. Boyum sanki uzamış, bedenim irileşmiş gibiydi. Kiloda almıştım biraz. Yanaklarımsa  doğal ve sağlıklı hayatın sayesinde birer elma gibiydi. Tombik ve kırmızı... Aklıma gelenle dönüp yatağın üzerine bıraktığım esbab bohçamı aldım . Bunun ortaya çıkmaması gerekiyordu. Bu yüzden gardolabımın en alt çekmecesi iş görecekti . Zaten kulpları kırık olduğundan benden başka kimse açmaya yeltenmezdi. Eğilip bohçayı çekmeceye güzelce tıkıştırdım. Biraz zor olmuş ama sığmıştı işte. Kapağı tüm gücümle iterken bir anda çat diye açılmıştı odamın kapısı . İstemsizce sıçrayıp kapattım çekmeceyi. Gelen Mihran'dı. Ve ben onu , birde bu görgüsüz girişlerini hiç özlememiştim. Yüzüm gerilirken kolyemi tişörtüm ün içine gizlediğim için şükrettim içimden .

"BERCESTE" 🍁 (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin