🍁Onbeşinci🍁

8K 873 289
                                    

(multi : Gülışık ananın evi )

Kömürden hareler gerçekleri haykırmanın verdiği ürkeklikle titreyen kirpiklerime şaşkınlıkla bakıyordu. Bana verdiği cevap uzun bir sessizlikti şimdi. Kollarının arasında, bedenlerimiz birbirine teslimken cevabı yalnızca sessizlik... Kalbim deli gibi atarken tepkisinden ve başıma geleceklerdem ölesiye korkuyordum. Ama öyle olmamıştı. Uzun bir sükunetin ardından güneş misali doğmuştu gülüşü. Kısılan siyahlarıyla yaprak yeşili gözlerime muziplikle baktı.

-Bebelerimiz pek kısmetli olacağa benzer. Baksana, onlara uçmaglı düşler kurdurup Zümrüdü Anka kanadına takacak, nice masallar ile ufuklarını açacak bir anaları var. '

İnanmamıştı... Söylediklerimin doğru olduğuna inanmamış, yalnızca şaka yapıyorum sanmıştı. Oysa ki ben bu cesareti belki de bir daha asla bulamayacaktım. Ah dijital saatim... Onu yaralandığımda anam bulup birşeye benzetemeyince gizlemesi için muvakkit Mahmud Çelebiye emanet etmiştim. Şimdi kolumda olsa en azından kanıtlayacak bir delilim olacaktı. En kısa zamanda almalıydım. Tabii bu cesaretimi tekrar bulabilirsem.

-Akın ben... 'dedim yine kekeleyerek. Biliyordum. Biliyordum ki ne söylesem bana inanmayacaktı. Öyle ütopik bir durumdu ki bu. Hem kim sevdiği kızın yüzyıllar sonrasında doğan biri olduğuna inanmak isterdi ki? Şimdi aramızda üç yaş var gibi görülürken, aslında benden yüzyıllarca büyüktü. Kekeleyişim ile duraksayıp bana bakmış, fakat ben daha ağzımı açamadan duyduğumuz nal sesleriyle kalakalmıştık. Gecenin karanlığında beni kendine gizlemek ister gibi çekmişti kendisine. Başım çenesinin altına sokulmuş, burnum o tere bulanmış kokusunu bulmuştu. Derin derin içime çektim o kokuyu. Kalbimde ömrümün bu vaktine dek taşıdığım ne yara varsa hepsine dermandı bu koku.

Nihayetinde yakınımızda hızlıca geçen atlı Söğüt meydanına dönmüş, bizden uzaklaşmıştı. İstemeye istemeye de olsa ayırdı beni göğsünden. Yüzü allak bullak olmuş, az evvelki neşesi buhar olup uçmuştu. Büyük elleri omuzlarımı usulca kavradı.

-Toplaşırlar. Gayrı gitme vakti gelmiştir.'dedi kalın sesiyle mırıldanarak. Zorlukla yutkundum. İlk kez nasıl sonuçlanacağını tam anlamıyla hatırlamadığım bir cenge gideceklerdi. Ve bende ilk kez hakikaten bu obanın hatunları gibi gözleyecektim erlerin, alplerin yolunu. Gözlerim dolu dolu olsa da anamın öğrettiklerini anımsayıp ağlamamak için tuttum kendimi. Büyük avucuyla küçük elimi sıkıca kavrayıp benimle birlikte evin kapısına dek yürümüştü. Susuyordum. Susuyorduk. Böyle zamanlarda iki sevdalı ne konuşur ikimizde bilmiyorduk esasında.

Sonunda ahşap kapıya varmış, ellerimizi usulca ayırmıştık. Bir mucize olsa ve ben geleceğe ama yalnızca birkaç gün sonrasına gitsem istiyordum. Geçmeyecekti saatler. Vakitler kum saatindeki taneler gibi tek tek akacak, elim böğrümde, gözlerim yolda olacaktı. Elini uzatıp serinlikte soğumuş yanağıma yasladı. Benim soğuk tenime nazaran yanağıma kapanan avucu sıcacıktı. Minik bir tebessüm belirdi gözlerinde. O çekmeden bende elimi kaldırıp onun yanağına yasladım avucumu. Diyecek pek bir şey yoktu. Yüreğimizden ne geçiyorsa onları söyleyecektik artık. Hafifçe yutkundum.

-Güneş tenini yakmasın. Yağmur canını üşütmesin. Ayağına taş değmesin. Su gibi git, su gibi dön obana... '

Diyebildiklerim nereden duyduğumu bilmesem de zihnime takılı kalan bu cümlelerden ibaretti. Ama yetmişti. Onu mutlu etmişti. Bir inci tanesinin parıldadığını gördüm kömür karalarında. Yüzünü bana doğru yaklaştırıp başını aşağı yukarı yavaşça salladı. Ve kısık sesi kalbimi binbir parçaya ayırırken fısıldadı.

-And olsun ki ; senin için döneceğim. '

🍁

Geçmiyordu zaman. Saatler akmıyor, güneş batmıyor, gece bir türlü gelmiyordu. Bir haber bekliyorduk, bir haber ama içinde en çok hayır barındıran... Çünkü başkasına mecal yoktu. Göç için hazırlık edilen bu günlerde kötü şeyler duymaya yüreğimizde hal yoktu. Bu yüzden iyi şeyler olmalıydı. İyi şeyler, ama nerede...?

"BERCESTE" 🍁 (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin