(multi : gelinlik )
Taradığım saçlarımı yandan tek kuyruk halinde örerek söndürdüm gaz lambasının ışığını. Gecenin karanlığını onun gözlerine bakıyormuşcasına çöküvermişti üzerime. Oturduğum sedirden kalktım ve ortaya yaydığım yün döşeğime usulca uzandım. Bir başkaydı halim bu gece. Ruhum bu diyarlarda değil de gezintide gibiydi. Bakışlarım ay ışığı vuran küçük pencereye kaydı. Bir iç çektim derinlerden. Ve yine daldım az evvelki karmaşık düşüncelerime.
Akın... Adını anmak bile göğsümün orta yerinde bir delik varmışcasına ferahlatıyordu içimi. Toprağa bulanmış kokusu huzur veriyor, mahsun gözleri yüreğime azgın nehirler misali akıyordu. Sevdalıydı... Sevdalıydık birbirimize! Kim derdi ki yüzyıllar öncesine gidecek ve aşkı orada bulacaksın diye? Bulmuştum işte! Evvela yalpalamış, koskocaman bir sevgiyi aşk sanmış ama sonunda gerçek aşkı bulmuştum. Artık olamazdım onsuz... Kalamazdım yamacından ırakta...
Yattığım yerde huzursuzlukla yanıma döndüm. Üzerimdeki yorgan değil, ağır gelen omuzlarımdaki yükümdü. Gitmek... Ansızın, hiç istemediğim bir anda gitmek... Ölümden daha çok korkutuyordu bu beni. Ya bir sabah uyandığımda kendimi gelecekte bulursam...? Dolu dolu olan gözlerimden bir damla yaş süzüldü. İşte o zaman hakikaten yetim kalırdım. Hem anasız, hem yuvasız, hemde sevdasız bir yetim...
Dakikalar fütursuzca akarken uyku uğramayan ıslak gözlerimi silip doğruldum yattığım yerden. Nicedir merak eder dururdum. Acaba orada hayat nasıl devam ediyordu? Yada ediyor muydu? Yokluğum fark edilmiş miydi yahut hiç olmamış gibi silinmiş miydim ömürlerinden? Veya bir anda kayıplara karışıp onları Müge anlılarda mı gezdiriyordum? Ellerimle yüzümü sıkıntı içinde sıvazladım. Düşünmek içinden çıkılamayan kör bir kuyuya atlamak gibiydi. Oraları, onları düşünmeyi yasaklıyordum kendime. Artık ne kadar becerebilirsem tabii...
🍁
Hayat herşeye ve herkese rağmen esmeyi sürdüren bir rüzgar gibiydi. Önüne geçeni kendine katıyor, yedi kat göğü dolandırıp ansızın bırakıveriyordu uçsuz bucaksız ovalara. Ve yolunu, yoldaşın bulmak, yuvanı kurmak sana düşüyordu. İşte bende tıpkı o rüzgarın eteğine tutunmuş kuru bir yaprak gibi savrulmuştum bu diyarlara, bu zamanlara. Şimdi yoldaşımı bellemiş, yolumu çizmiş, ömür göçüne revan olma vaktimdi.
Elimdeki testinden toprak taslara şerbet doldurup oymalı ve sedef kakmalı ceviz sandığın başındaki hatunlara uzattım. Domaniçe göç vakti yaklaşıyor, obanın kuruluşunun hemen ardından güvey toyumuz kuruluyordu. Bizde bu kutlu zamanlara günler kala hem göç hemde çeyiz hazırlıkları yapıyorduk. Bugün ise o çeyizlerin serilme, gereken varsa aklanıp paklanıp güvey çadırı için hazır edilme vaktiydi. Öyle heyecanlıydım ki! İçim içime sığmıyor gibiydi. Evleniyorduk! Sevdamızı henüz itiraf edebildiğimiz bu günlerde resmen nikahımıza gün sayıyorduk. Onunla her an, her gün, her gece birlikte olacağımızı düşündükçe pır pır eden yüreğim, ateşler gibi yanan yanaklarım vardı. Bir de bu halimi görüp bana takılmadan edemeyen bacılarım.
-Bu içlik pek hoşmuş Gülışık ana. Ama sanki kalın biraz. Uyunmaz mı acep bununla? '
Sandığın yamacına çökmüş en mahrem ne varsa onu gün yüzüne çıkararak beni utandıran ahretliğim Gülnare'ye ters ters baktım. İçlik dediği benim zamanımdaki geceliklere benzeyen bir iç kıyafetti. Esmahan aba düğününden sonra benim için dikmiş, getirip yanaklarımı kızartarak elime tutuşturmuştu. Kolsuz uzun yapısı, bir miktar açık duran yakası ile bu zamanda görülen en açık gecelikti sanırsam. Bir kez daha bu zamanda evlenecek olduğuma şükretmiştim. Eğer onun yerinde kendi zamanımdaki saten minilerden olsaydı çoktan magmada kendime bir yer ayırtmıştım bile. Kimseye sezdirmeden Gülnare'nin elinden aldığım içliği Dodurga işi ipek bohçaya tıkıştırdım. Pek ortada dolanmasa iyi olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"BERCESTE" 🍁 (Tamamlandı)
Historical Fiction🍁 -Hey!'dedi sesi atının nal seslerine bulanırken. Gelip tam önümde duraksamış, yorgun hayvan ağır ağır adımlamıştı. Bir doğan misali keskin bakışları sertçe geçti gözlerimden.'Yalnız çıkılmayacak denildi. Nereye gittiğini sanırsın?' -Yetti gayrı...