Babamın da dediği gibi, hayatım boyunca hiçbir zaman bilmediğim bir şey için öğrenmeden savaş vermedim. Ne ben bilmiyorum, yapamam deyip sıyrıldığım görülmüştür, ne de henüz öğrenmeden bilmiş gibi davrandığım duyulmuştur. Bununla övünmüyorum ama kabul etmeliyim ki hayatımı bu seviyeye kadar kendimle gurur duyarak taşımamın tek nedeni bu. Pes etmek zaten lügatımda yoktur ama eğer bünyemi çok zorluyorsa, sınırlarımı aşıyorsa hiç düşünmem pes ederim. Kimsenin sitemini de çekmem ben, kimsede borcumu bırakmam. Değer görüldüğüm kadar değer veririm. Ne hissediyorsam onu hissettiririm. Fazlasını vermemek için de çok çabalarım. Ama ipi koparacak kadar ileriye gittiğimi fark edersem de inceldiği yerden kopsun der, aklıma gelebilecek bütün çılgınlıkları yaparım. En azından geceleri yorgan altında keşke yapsaymışım ya deyip uykusuz kalmayacağımdan emin olurum.
Belki şu anda yaptığımı ileride keşke olarak anmayacaktım ama buna çılgınlık deyip geçmem de kendime saygısızlık olurdu. Ne yaptığımı bilmiyordum. Düşünmeden hareket ettiğim nadir anlardaydım ve bunu bana yaptıran nikah masasında bu aşka olan inancımı kaybettim deyip Ela'yı terk eden Levent gibi şerefsizliğin sınırlarını zorlayan nişanlım Park Chanyeol'dü. Canına okuyacaktım, hiç abartmıyorum.
Zaman içinde gözlerimin önünde yavaş yavaş sinir olduğum bütün huylarını değiştirdiğine şahit olduğum adamın bir noktada üzerime patladığına da şahit olmak feci derecede canımı sıkmıştı. Hiç normal bulmadığım davranışlarıyla karşılaşmıştım. Üzerime yürümüştü, nefret ettiğimi bile bile sesini yükseltmişti ve bana konuşma hakkı tanımadan avucumun arasına yüzüğünü bırakıp gitmişti. Daha doğrusu gitmeye çalıştı demek daha doğru olur çünkü Ela gibi kapının arkasına çöküp hüngür hüngür ağlayıp, aylarca tekrar karşıma çıkmasını bekleyecek kadar sabırlı biri değilim. Taze taze okumam gereken bir can vardı. Öyle kolay bırakmazdım.
Yanımdan çekip gittiği gibi hiç düşünmeden arkasından koşmuş, evin daha önce hiç görmediğim farklı bir çıkışından onu takip etmiştim. Hiç kimseye görünmeden ikimiz de evin arka bahçesine çıkmıştık. Çıkarken bir tane kadın yardımcıyla göz göze gelmiştim ama koşup yetiştireceğini de pek sanmıyordum. Yani yetiştirmezse iyi olurdu çünkü bu olay duyulduğu an hem anneme hem babama eşlik edip masayı tek tek dağıtırdım. İnceldiği yerden kopmasın diye uğraştığım ipi Park Chanyeol'ün boğazına dolar millete ibret olsun diye sokakta sürüklerdim onu. Tuvalet kapısı ne ki, sokaktaki bütün reklam panolarının işletim sistemini hackler, numarasını kocaman harflerle yazardım. Yeminim olsun ki yapardım.
"Bekle!" diye bağırdım arkasından zar zor yetişip ceketinin kolunu kavrarken. Dokunduğum anda irkilip arkasını dönmüştü. Hiç soluk alışverişiyle zaman kaybedemeyecektim, bu yüzden kocaman bir nefes aldım ve Chanyeol'ün gözlerinin içine baktım. Beklediğim gibi duygusuz, soğukkanlı değildi. Kıpkırmızı olmuştu gözleri. Sinirden miydi bilmiyordum ama birkaç dakika içinde nasıl bu hale geldiğini sorgulayabilirdim.
"Niye geliyorsun peşimden?" Kolunu elimden kurtarıp bir adım geriye çıktı. Gözlerini gözlerimden kaçırıp havaya çevirdikten sonra burnunu çekmiş, toparlanmaya çalışmıştı. Şu halleri bile ne kadar aptal olduğunu kanıtlıyordu bana.
Avucumun arasında sıkmaktan iz bırakan yüzüğü Chanyeol'e uzatıp kaşlarımı çattım. Sinirlerim alt üst olmuştu ama sabrediyordum. "Tak şu yüzüğü Chanyeol." Gözlerimi sıkıca yumarken söyleyip derin bir nefes daha aldım. Hava soğuktu ve peşinden koştuğum için terlemiştim. Sinirden dolayı da feci bir sıcak basmıştı beni. "Tak şunu yoksa seni gerçekten pişman ederim."
"Baekhyun." Parmaklarımın arasında çevirip durduğum yüzüğe baktı. Tedirgindi ve gözle görülür bir vaziyette titriyordu. Dudaklarını kıvırıp durduğunu fark etmiştim. Neredeyse ağlayacaktı. Şimdiden pişman olduğunu görebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Worst of You || chanbaek
FanfictionBana en kötü halini ver çünkü nasıl olsa seni isteyeceğim. *Maisie Peters - Worst of You şarkısından esinlenilmiştir.*