8. MAHALLE

153 17 101
                                    

Döndük döndük...

Lütfen oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin <3

***

Okuduğum not bir an olsun aklımdan çıkmıyordu. Bir an olsun, insanın zihni durmaz mıydı? Herkes, her şey bir süre sonra yorulur, duraksardı. Zihnim susmuyordu. Yumrular ardı arkası kesilmeden karnıma iniyor, ardı arkası kesilmeyen şey benim nefesimi kesiyordu. Sevdiğim herkes yanımdaydı, beni sevdiklerini gözlerinden anlayabiliyordum. Beni motive eden şey buydu, dostlarımla bir arada olmak.

Peki üstümüzde, bizi saran bu kara bulut da neyin nesiydi?

Zamanında aldığım iki üç para, belki birkaç kavga şimdi hayatımızı mı tehlikeye atacaktı? Kendi hayatımı geçmiştim, geçmişimin kirli parmakları sevdiğim adama nasıl dokunmuştu? Ben mi küçümsüyordum yoksa gerçekten cidden tüm yaşadıklarım şimdi benim hayatıma böyle darbeler mi indirecekti? İyi de ben aklıma dahi gelmeyecek birçok şeyi aşmıştım, kendime düzgün bir hayat kuruyordum; buna mı yenilecektim?

Yenilmemem lazımdı. Paraysa paraydı, söylediğim lafların, attığım tekmelerin, madde karşılığı getireceğim deyip getirmediğim gençlerin karşılığını mı istiyorlardı? Buradaydım. Ama Barış olmazdı, Doğa olmazdı, Ulus olmazdı, Güneş olmazdı, Kuzey olmazdı. Bunların hiçbiri olmazdı ve olmayacaktı da. Evet kendimi de feda edecek değildim tabii ki ama söz konusu dostlarım ve sevdiğim adamsa, kendimi de feda edecektim.

Kim ne derse desin bu konu bizden kimse zarar görmeden kapanacaktı ve bunun için her şeyi yapmaya hazırdım.

Aklıma ilk gelen, hatta tek gelen yer o lanetlerle dolu mahalleydi. Buraya ne umutlarla gelmiştim, Kayseri'deyken başladığım illet doğduğum yerde bitecekti ve yepyeni bir hayatım olacaktı. Behzat Ç.'nin evini araştırdığım günler gözlerimin önüne gelince gülümsemiştim. O ev, elbette çok pahalı bir kiraya sahipti, pahalılığının yanında fazlasıyla eskiydi ve kentsel dönüşüme girmek üzereydi. Fakat bunların hiçbiri önemli değildi. O ev benim olacaktı, yıkılacağı için de beklediğimden az bir masrafla olmuştu da.

Aldığım ilk tabak, çatal, çaydanlık... O küçük buzdolabı... İki metrekarede tekli bir koltuk, yanında döküntülü bir abajur, yere yakın bir orta sehpa, üstünde televizyonu olmayan bir televizyon sehpası... Oturma odasıyla hol birleşikti bu yüzden en kısa vakitte bir işe girecek, hole üçlü koltuk alacaktım. Henüz yaz aylarında olduğumuz için ısınma çok büyük bir problem değildi, kışa kadar doğalgaz da bağlatmış olurdum.

Fakat hiçbir şey dilediğim gibi gitmemişti. Eve yerleştiğimin, her eşyasını özenle dizdiğimin ilk haftasının bitiminde yoksunluk krizine girmiş, evimi darmadağın etmiştim. Doktor kontrolü dışında ilaç bırakmak bile ne kadar tehlikeliyken ben kolayca bundan kurtulabilirim sanmıştım. Gece yarısını yeni bir saat geçirmişken, sokakta tek bir hırkayla titreyerek dolaşırken bunun basit bir sanı olmadığını ancak anlamıştım.

Nereye gittiğini, başıma ne geleceğini düşünmeden daldığım o ara sokaklardan birinde, bir gencin elinde o tanıdık hapları görünce kendimi kaybederek saldırdığım ve aldığım haplar beni yeniden o uçuruma atmıştı.

Üstelik bu sefer tutunacak dalım dahi yoktu, koca şehirde tek başımaydım.

Sabah yüzüme çarpan suyla bir kaldırım taşının üstünde çığlık atarak uyandım.

Nerede olduğumu kavrayamayacak kadar baş ağrısı ve göz bulanıklığı yaşarken gözümün önünde örülmüş, fakat her yerinden tutamlar çıkmış kumral saçlar sallanmaya başlamıştı. Çok geçmeden konuşmaya da başlamıştı.

Yansın AnkaraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin