TUHAF ADAM

3 0 0
                                    

Belaris Lawren, Richard ile bir şeyler konuşurken kraliçe yanlarına doğru ilerledi. Belaris birkac cümlesini işitti.

-O günlerde, bir kıyı kenti olan Hullfylan'a gitmiştim. Orada bir arkadaşıma rastladım. Babasının gemisi vardı. Gemi o gün Ancalander'a gitmek üzereydi. Arkadaşım kendisiyle gelebileceğimi ve yolculuk için beş para almayacağını söyledi. O zaman dayanamadım. "Gidince mektup yazar, annemle babama durumu bildiririm." diyerek gemiye atladım. O gün hayatımın en uğursuz günü oldu. Gemi Hyler ırmağından denize yeni açılmıştı ki, fırtına patlak verdi, dalgalar kabarmaya başladı. O güne dek hiç denizde yolculuk yapmadığım için beni büyük bir korku aldı. "Ben ne yaptım, annemin babamın sözlerini neden dinlemedim?" diye düşünmeye başladım. Onların öğütlerini dinlemediğim için pişmanlık duyuyordum. Zaman geçtikçe deniz daha tehlikeli bir durum alıyordu. Her an dalgalara gömüldük sanıyor, geminin her alçalışında, bir daha çıkmamak üzere denizin dibini boylayacağımızı düşünüyordum. Tanrı beni bu yolculuktan sağ salim kurtarırsa bir daha gemiye ayak basmamak için yemin ediyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum? Fırtınanın şiddeti azaldı. Gemi, durgun sular üzerinde hiç sallantısız yol almaya başladı. Ertesi sabah dinlenmiş olarak uyanıp da güneşin doğuşunu izlerken her şeyi unutmuş, yeniden deniz tutkusuna kapılmıştım. Bir gün önceki karamsar düşünceler tümüyle silinmişti. Gece rahat uyumuştum. Deniz o kadar kımıltısız ve uysaldı ki, önceki gün köpürüp duran o değildi sanki. Bu değişiklik hoşuma gitmişti. Okyanusu, hayran hayran seyrediyordum. O sırada beni yolculuğa davet eden arkadaşım yanıma geldi. Dünkü fırtınanın hafif bir esinti olduğunu söyledi. Birlikte içki içtik. Artık korkumdan eser kalmamıştı. Dedi yaşadığı hikayesini anlatan Lawren.

O sırada Kraliçe seslendi :" o halde artık fırtınalardan korkmuyorsunuzdur Lord Lawren." Kraliçeyi gören Lord reverans yapip sözlerine ekledi

- Aslında birkac içkiyle dünyanın en cesur adamı olacağımı söylüyorum Majesteleri. Diyerek gülümsedi Lawren. Lawren'in bu sesi sadece kendisini değil Prensi ve Kraliçeyi de gülümsetti. Bir süre sonra Richard aralarından ayrılmak için izin istedi. Richard gittikten sonra Kraliçe ve Lawren beraber yürüyüp sohbetlerine devam ettiler.

- Anneniz için üzgünüm desem yalan olur kendisi oğlum Reginald ile yatacak kadar aşağılık bir insandı. Dedi Kraliçe.

- Açıkçası o kadının ölmesi beni sevindiren bir haber oldu. İnanın bana hiç umrumda bile değildi ancak onun ölmesi karımı çok yıprattı. Benim asıl umrumda olan Agnes. Durumlardan dolayı çok yıprandı. diye karşılık verdi Lawren.

- Ah haklısınız Agnes. Sahi sizin evleneceğiniz hiç ortada bile yokken nasıl oldu da bir anda oldu?

- Çok ani olduğunu farkındayım onu evlendiğim gün gördüm bilirsiniz işte güçlü ve soylu kim varsa onunla evlenirsiniz. Benimki de öyle oldu ama onu tanıdıkça kalbinin ne kadar temiz olduğunu fark ettim. O iyi birisi. Dedi Lawren

Kraliçe "elbette öyle" diye ekledi kafasını sallayarak. Ardından birlikte salona doğru ilerlediler.

Kral, Richard ile birlikte terasta denize bakarak yelkenli tekneler hakkında konuşuyorlardı. Hafif bir kağıt gibi denizin üstünde süzülüyorlardı.

- Yelkenli teknelerin ilerlemesi için rüzgâr gerekir. Rüzgâr çarptıkça, yelkenin bir tarafında diğer tarafından çok basınç oluşur. Bu basınç farkı, teknenin ilerlemesi için itici güç oluşturur dedi Kral oğluna. Richard hayranlıkla kralı dinlemeye devam etti. " Seni başarılı yapan şey sadece görünüşün değil çevrendekilerdir."

Richard'in babasıyla bu kadar iyi anlaşması Reginald'in nefretine sebep oluyordu.

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı, elinde boş bir çuval, alanın ortasında öylece dikiliyordu.

At pek zayıf, bakımsız bir şeydi. Kemikleri sayılıyordu. Kuyruğu birbirine yapışmış, yelesi yoluk yoluk olmuştu. Kasabanın en yaşlı kişisi, bir demirciydi. Oğullarıyla birlikte çalıştığı küçük bir demirci atölyesi vardı. Atlara nal, odun kesmek için balta, su kaynatmak için kazan, süt doldurmak için güğüm yaparlardı gece gündüz. Ateşin karşısına geçip kora dönüştürdükleri demiri döverlerdi. Kasabalı, ihtiyar demirciyi sayar, sözüne güvenirdi. Kalabalığın önünde yerini alan demircinin, bu beklenmedik durum karşısında nasıl davranacağını merakla bekliyorlardı. İhtiyar demirci, ağır ağır yabancıya yaklaştı ve demiri işlemekten nasır tutmuş ellerinden birini uzattı. Hoş geldin yabancı. Kimsin? Nereden gelir, nereye gidersin, diye sordu. Demircinin ateş karşısında kavrulmuş yüzü, sertti. Yabancı bu yüz karşısında ürktü. Bir an ne diyeceğini şaşırdı. Elindeki boş çuvalı evirip çevirirken kaçamak bakışlarla alanı dolduranlara baktı. Dudaklarını kımıldattı, kaşlarını oynattı. Sanki konuşacaktı da sözcükleri bulamıyordu. Davranışlari kasabalılarda kuşku uyandırmaya başlamışken silkiniverdi. Bir adım atıp ihtiyar demirciye elini uzattı. Yüzüne bakmadan, Ben satıcıyım, dedi. Kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Herkes bir ağızdan konuşmaya başladı: Satıcı mı? Satıcı gelmiş! Adam satıcıymış, baksanız ya! Ne satıyormuş? Ama elinde boş bir çuvaldan başka hiçbir şey yok ki! Boş bir çuvalı mı satıyor? Yoksa hırsız mı bu adam? Gece kümeslerimizden yakaladığını, bahçelerimizden topladığını çuvalına doldurup gidecek! Evet evet. Bu bir hırsız olmalı! Ama ya değilse? Durun durun! İşte konuşuyor. Konuşuyor, susun! İhtiyar demirci, adamın elindeki çuvalı işaret edip sordu: Çuvalında göremediğimiz, bilemediğimiz bir şey mi var yabancı?

Adam yutkundu önce. Konuşmaya başladığında sesinde bir kararsızlık, çekingenlik vardı: Yok, dedi, çuval boş. Öyleyse satılık olan ne? Kalabalıktan yine bir uğultu yükseldi: Bakın bakın! Bizimle alay ediyor! Çuvalım boş, diyor, çuvalım boş! Ne satıyor öyleyse? Yalan mı satıyor? Yalan satan bir satıcı olmalı bu! Öyleyse hemen kovalım bu yalancıyı kasabamızdan! Başkalarına satsın yalanlarını! Başkalarına... Kovalım bu yabancıyı! Kovalım! Kovalım! İhtiyar demirci, eliyle işaret ederek alandaki kasabalıları susturdu. Tam o sırada güneş, arkalarındaki dağın ardına yuvarlanıverdi. Kadınlar, adamlar, çocuklar, tavuklar, horozlar ve bütün böcekler tık diye seslerini kestiler. Güneşin tepenin ardında gözden kaybolması, kasaba için işte bu demekti. Akşam oluyordu. Börtü böcek, atlar, tavuklar, koyunlar artık uyuyacaktı. Yalnızca gece kuşları ötecekti. Peki ama, herkesin evine çekilip yemek yiyeceği, uyuyacağı bu akşam vaktinde, şimdi bu yabancı nereye gidecekti? Belki de konuk olacaktı kasaba evlerinden birine. İnsanlar, artık merak içinde bir ihtiyar demirciye, bir yabancıya bakıyorlardı. Demirci, adama bakıp şöyle dedi: Şimdi yabancı, sen bize niyetini söyle. Bak, güneş gitti, akşam oldu. Bu saatte bir yolcuyu dışarıda bırakmak bize yakışmaz. Kasabalılar kulaklarını iyice açmışlar, ihtiyarın, yabancı için vereceği kararı saygıyla bekliyorlardı. İhtiyar, çenesini sıvazlayarak sözlerini sürdürdü.

Sen bize ne sattığını söyle. Biz de sana, seni bu gece ağırlayacağımız bir ev gösterelim. Orada atın dinlensin. Sen de güzelce karnını doyur. İyi bir uyku çek. Sonra yoluna gidersin. Yabancı, bir ihtiyara baktı, bir alanı dolduran kasabalılara. Sonra konuşmaya başladı: Ben, dedi, herkese istediğini satan bir satıcıyım. Şimdi elimdeki boş çuvala bakıp kuşku duyuyorsunuz. Haklısınız. Buraya üç saat uzaklıkta bir köy var. Oraya mal getirdim. Sonra yolum buraya düştü. Size de bir sorayım, dedim, istediğiniz bir şey var mı diye. Ne isterseniz getireceğim. Kasabalılar çıt çıkarmadan yabancının söylediklerini dinliyorlardı. Sessizlik adamı cesaretlendirdi. Alandakilere başını iyice kaldırarak baktı, sesini biraz daha yükseltti

Şehirde, büyük bir tüccarın yanında çalışıyorum. Alandakileri bir heyecan sardı. Hayranlıkları seslerinden açıkça belli oluyordu: Şehirde... Büyük bir tüccar! Çok büyük olmalı! Çok zengin olmalı. Büyük ve zengin! Yanında çalışıyormuş. Öyle mi dedi? Tamı tamına öyle dedi. Yabancı, bu kez iyice kendinden emin, yeniden konuşmaya başladı: Öyle büyük ambarları var ki, görseniz küçük dilinizi yutarsınız. İşte yine bir uğultu, bir uğultu... Çok büyük ambarlarmış demek. Ne zenginlik. Elbette yutarız küçük dilimizi. Bu küçük kasabada bir şey mi gördüğümüz var? Ne güzeldir kim bilir? Ne ışıltılı... Ardından demirci, yabancının kalması için evini açmayi kabul etti.

KILIÇLARIN YÜZÜ 1.KİTAP KIZILIN RESMİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin