18.BÖLÜM : GRİ'NİN İTİRAFI
"Dudaktaki mühürler çözüldüğünde gerçekler doğardı."
&
Acıyı hissetmek için bedenimi özgür bıraktım. Küçük merminin kafa tasımı dağıtması için gözlerimi yummuş beklerken ikinci bir silah daha patladı.
Gözlerimi açmadan bir çığlığı daha koyverdim. Hala acı hissi yoktu. Tenimi delip geçecek olan kurşunu hissetmiyordum.
Ben gözümü açmadan öylece dururken biri elini sırtıma attı. Aynı anda zemin ayaklarımın altından yok oldu.
Panik halinde gözlerimi açtığımda kendimi Batın'ın kollarında buldum. Beni kendine bastırmış hızlı adımlarla yürüyordu. Siyah panterin önüne geldiğimizde beni yavaşça yere indirdi. Yolcu kapısını açtı. Başını eğerek yüzümü avucunun içine aldı."İyi misin?" dedi endişeli bir sesle.
Bedenim girdiği sayısız şok yüzünden kitlenmişti. Başımı çevirip az evvel diz çökerek ölümümü beklediğim alana baktım. Mete ve iki adamı boylu boyunca yerde uzanıyordu. Kutay, Mete'yi ayaklarından tutmuş sürüklüyordu. Dehşetle Batın'a döndüm.
"Onu öldürdün mü?"
Gözlerini kıstı. "Bilmiyorum, Irmak."
"Ne demek bilmiyorum?" diye bağırdım.
Kanımı donduran şeylerden en yücesi Batın'ın gözünü kırpmadan, benim önümde birini öldürmüş olmasıydı.
"Irmak, inan bana o lavuğun ölüp ölmemesi umrumda değil. İstiyorsa geberebilir. Dünyadan bir pislik arınmış olur," dediğinde gözleri son derece kararlıydı.
Gerçekten bir insanın ölümü hakedebileceğini düşünüyordu. Masum ya da kötü farkeder miydi? Bir bedenin kanı ellerine bulaşmışken nasıl rahat olabiliyordu?
"Arabaya bin," dedi Batın Ertürk'e özgü emir dolu sesiyle.
Diretmeye dünden hazırdım. "Seninle gelmek istemiyorum."
Grinin terk ettiği ve siyahı yerine bıraktığı gözleri daha çok kısıldı. Her an saldıracak gibi bir vahşiliği vardı. Kolumdan sertçe tutarak arabaya attı. Koltuğa yapıştığımda saçlarımın arasından ona baktım.
"Sana asla fikrini sormadım, sormayacağım. Ben ne dersem o. Bunu kafana sok," dedi ve kapıyı yüzüme sertçe kapattı.
Alışıla gelmiş Batın Ertürk tavrıydı. Her şeyi ben bilirim, her şeyi ben yaparım.
Sinirle kaşlarımı çattım. Sürücü koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırdı. Sargılı koluna baktım. Vurulduğunu nasıl olmuştu da duymamıştım?"Kolun nasıl?"
"İyi," dedi omuz silkerek.
"Nasıl oldu da silah sesini duymadım?" diye sordum samimi bir sesle. İçten sorulmuş bir soruydu.
Gözlerini devirerek neredeyse aşağılayıcı bir bakış attı. "Hayatında hiç susturucu kelimesini duymadın sanırım."
Kaşlarımı çattığımda iç çekti. "Silaha boru gibi bir şey takılır ve en gürültülü silah bile neredeyse duyulmayacak kadar sessiz olur."
"Silahın sağır eden patlama sesini küçücük bir boru mu engelliyor," diye sordum.
"Küçük değil. Tabancadaki kurşunun fırlatılabilmesi için kurşunun arkasındaki barut ateşlenir, barutun yanmasıyla sıcak gaz basınç yapar ve kurşun basıncın etkisiyle ileri doğru fırlatılır. Kurşun namludan çıktığında sanki şampanya şişesinin mantarı açılıyormuş gibi bir durum oluşur. Kurşunun ardında yaklaşık 3000 psi gibi büyük bir basınç vardır, kurşun ateşlendiğinde çıkan yükses ses de esas olarak buradan kaynaklanır." Anlayıp anlamadığıma bakmak için kısa süre bakışını yüzüme sabitledi. "Susturucu namlunun ucuna vidalanır ve namlunun 20-30 katı büyüklüğünde hacme sahiptir. Susturucu takıldığında namludan çıkan basınç susturucu içerisinde birikir böylece sıcak gazın basıncı düşer ve namluda 60 psi gibi bir basınç kalır. Bu sayede tabancadan çıkan ses azalır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Şafağı
Teen FictionGeçmiş, en çok geçmediğinde can yakardı. İntikam, en çok ölümle şahlanırdı. Ve aşk, en çok yaşamın kıyısında bir dar ağacında sallandığınız an doğardı. Siyaha batmış hayatların, aydınlıkla kavuştuğu noktadır şafak vakti. Ve bu hikayede siyahın ş...