Bölüm 39

572 38 7
                                    


Taehyung görse dahi mesajıma cevap vermemişti. Yine de onu birkaç kere daha aramaktan geri durmadım. Başka zaman olsa benimle konuşmak istemiyor diyip geri çekilirdim ancak bu normal bir zaman değildi. Büyükannesinin vefat etmesi onu sarmıştı bunu biliyordum. Bu nedenle 4 gün boyunca günde birkaç kere telefonunu aradım.

Son arayışımda artık telefonu hoparlöre alıp çalıp susmasını beklediğimden telefonun açılması beni şaşırtmıştı. Hoparlörden gelen derin sesini duymak tüylerimin diken diken olmasına ve oturduğum yerde sopa yutmuş gibi doğrulmama neden olmuştu.

"Alo?" telefonun hoparlörünü kapatıp kulağıma götürdüm.

"Alo, Taehyung?"

"Efendim Mina."

Derin bir nefes aldım. Nasılsın diyebilir miydim çok mu klişe olurdu? İyi olmadığı belliydi. "Nerdesin?" diye sordum.

"Arabadayım." sesi olabildiğince tekdüze geliyordu. Ona tekrar baş sağlığı dilesem yarasını mı deşmiş olurdum?

"Yemeğini yedin mi?" diye sordum ne diyeceğimi bilemezken.

"Yedim." garip bir duraksama...

"Mmm... soğudu mu orası da?"

"Çok soğuk değil."

Ne diyeceğimi bilemeyerek gözlerimi yumdum ve saçma olmasını önemsemeden konuştum.

"Güzel şeyler bizi asla bırakmaz biliyor musun?"  Taehyung büyükannesine hep güzellik derdi o yüzden adını söylemeden de olsa ona bir teselli cümlesi kurmak istemiştim.

Ufak bir sessizlik oldu. "Güzel şeyler de insanı bırakıyor." dedi sonra derin bir sesle. "İşim var gitmem lazım."

"Anladım... kendine iyi bak Taehyung." dedim. Bir cevap gelmeden telefon kapandı.

İşte bu kadardı. Pes etmemiş ve sonunda sesini duymuştum. Taehyung'un büyükannesi öleli 50 günü geçmişti artık. Konserde konuşurken 49 günden bahsediyordu. Demek ki onlar turneye çıktıkları ilk günlerde Taehyung'a bu haber ulaşmıştı. Artık yapabileceğim başka bir şey kalmamıştı Taehyung'a karşı.

 Hafta sonu olduğundan kendime bir otobüs bileti almıştım. Boş günümde ancak ziyaret edebilecektim büyükanneyi. 

Birkaç saatlik otobüs yolculuğunun ardından köyün yerlileri sayesinde yaşlı kadının mezarının yerini öğrenebilmiştim. Mezarın üzerine eğilip toprağı hafif eşeledim ve getirdiğim çiçekleri diktim. Kadının hangi çiçeği sevdiğini bilmediğimden kendi en sevdiğim çiçeği getirmiştim. "Sümbül kimsenin favorisi değildir, biliyorum büyükanne. Bu yüzden eğer beğenmezseniz özür dilerim. Sümbül ne gül gibi ihtiraslı, ne menekşe gibi alımlı ne orkide gibi asildir. Ama biliyor musunuz? Sümbülün olduğu yerde başka hiçbir çiçeğin kokusunu alamazsınız. Öyle bir yayar ki kokusunu 5 metre öteden bile kendini belli eder." saçmaladığımın farkındaydım. Ağzıma ne gelirse söylüyordum işte. Gözlerimden birkaç damla yaş dökülürken hafif güldüm. "Hiçbir nedeni yokken sırf bu kokuyu aldım diye çiçekçilere girmişliğim vardır. Sonradan öğrendim adını."

Doğrulup dizlerimdeki toprağı silkeledim ve iç çektim. "Gelmem bu kadar uzun sürdüğü için kusura bakmayın. Yeni haberim oldu. Keşke kendi başıma sizi ziyarete gelmeyi akıl edebilseydim."

Esen rüzgarla uçuşan saçlarımı yüzümden çektim. Mezarın başında durdukça kendimi giderek daha çaresiz hissediyordum. "Benim annem ve babamın mezarı Amerikada, o yüzden onları uzun süredir göremedim." diye mırıldandım sesim titreyerek. "Akrabam da yok başka aslında. Yani belki de sadece onlara yakın olsam yeterdi. Amerikada kalmalıydım belki de... neden buraya taşındığımı da bilmiyorum." ağzımdan kaçan hıçkırıkla elimi ağzıma örttüm.Birkaç saniye sakinleşmek için bekleyip konuşmaya devam ettim.

ERKEK OYUNU  (BTS) Maknae LineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin