Oturduğum yerden hiç kalkmayıp, gözlerimi yummuş ve başımı öne eğmiştim. Başımı öne eğmem korktuğum için, gözlerimi kapatmam halâ açık olan araba farlarının gözümü almaması içindi.
Bana gözlerimi açtıran ise çok tanıdık gelen o sesti.
"Aptalsın sen, aptal."
Bu sesin Savaşa ait olduğunu biliyordum, ama hem şaşırmış hem de emin olamamıştım.
"Savaş?"
"Ne işin var senin burada?"
"Asıl senin ne işin var Savaş?"
"Gecenin bir köründe rahatsız edildim." Biraz durdu. Aptal çocuk! Gelmeseydin o zaman.
"Senin için." Diye ekleyince ona tekrar bakmaya devam ettim. Yanıma oturdu.
"Gelmek zorunda değildin." Dedim. Sesim net çıkmıştı.
"Başım belaya girecekti."
"Neden girsin?"
"En son yanında biz olduğumuz için."
"Gidebilirsin istersen, sorun olmaz."
"Ben buradan gidersem, sorun olur."
Savaşın polislerden korkmadığını biliyordum. O zaman neydi acaba sorun?
"Korkuyor musun?" Dedim.
"Hayır."
"Sen buradan gidersen, beni bulduklarında 'Beni herkesten önce Savaş bulmuştu' demem. Endişelenme."
"Emin mısın?" Dediğinde Savaşın bir kez daha bu kadar odun ve vurdumduymaz olduğuna karar verdim.
"Eminim. Git."
Bu son cümlem olmuştu sanırım bugün için. Çünkü Savaş tam anlamıyla beni burada bırakıp gitmişti. Onun bu yaptığına ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Hiç tanımadığı bir kız bile olsa, gecenin bu saatinde burada böylece bırakılmazdı. Kaldı ki Savaş beni tanıyordu. Üşüyordum, açtım, çaresizdim. Her zaman evden öylece kaçmak iyi bir fikir değildi. Hicbir şeyin çözümü değildi bu. Ben yine sadece kendimi üzmüştüm. Bunu çok sık tekrarlar olmuştum. Şu kendimi üzme işini.
Bunları düşünürken yine yanıma oturan kişiye baktığımda rüyada olduğumu düşündüm. Savaş yine gelmiş olamazdı değil mi?
"Şu hırkayı giy."
Bana uzattığı hırkaya baktım. Emir cümlelerinden nefret ederim ama Savaş söyleyince çok farklı. Anlatamadığım şeyler. Tarif edilemez.
Hırkaya uzanıp giydim. Beden konusunda normalde zorlanırdım. Hani şu arkadaşlarıyla elbiselerini değiş tokuş yapan insanlardan olmadım hiç. Savaşın getirdiği hırka ise ne dar ne bol olmuştu. Savaşın kendi kokusu yoktu, sinmemişti hırkaya. Parfümünün kokusu sinmişti. Parfümü de gayet güzel kokuyordu. Fakat kendi kokusuyla kıyas bile edilmezdi. Tekrar ona baktığımda "Kalk." Dedi. Kalktım, arabaya gitmem hakkında da bir emir cümlesi savurduktan sonra, arabaya bindim. Arabanın ici ağır bir kadın parfümü, biraz sigara, biraz Savaşın parfümü kokuyordu. Birde şu rahatlatıcı araba kokusundan vardı. Savaş arabaya benim çantamla gelince onun bu haline güldüm. Yanlış anlamayın ama ne ideal bir eş olurdu Savaştan.
"Evin nerede?" Dedi.
"Savaş sana ondan önce bir şey sorabilir miyim?"
"Tek bir şey." Dedi, emin olmak istercesine de kaşlarını kaldırdı. Yine bu haline güldüm.
"Geceleri mi kendi haline dönüyorsun, yoksa sabahları mı?"
"Çok saçma konuşuyorsun."
"Merak ediyorum."
"Her halim aynı."
"Hayır sabahları sıkıcı bir insansın, konuşmuyorsun, iyilik yapmıyorsun, gözlerini kapatıyorsun, iyilik yapmıyorsun."
"Geceleri?"
"Sanki özünü gecede buluyormuşsun gibi, rahatsın, mutlusun, eğlenceli, iyi kalpli, daha birçok şey."
Bu söylediklerim Savaşın dikkatini çekiyor olmalıydı ki beni dinliyordu. Arabayı çalıştırmak yerine beni dinliyordu. Ama tabiki benim bu umudumu kıracak bir harekette bulundu;
"Sana öyle gelmiştir." Göz devirdim.
"Evimin adresini bilmiyorum, herhangi bir pansiyona, otele falan götürsen beni, olmaz mı?" Dedim. Madem konuyu kapatmak istedi kapansın konu.
"Olmaz."
"O zaman bilmiyorum."
Yine ofladı. Gaza basınca neye uğradığımı şaşırdım. Her nereye gideceksek biraz uyusam gayet iyi olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖNYARGI
Teen FictionKilolarından hep nefret etmiş fakat onlardan bir türlü kurtulamamış bir genç kız, kimseyi tanımadığı bir şehre ailesi yüzünden giderse neler olur ? Bu kitap sevdiği adam için zayıflayan veya değişen bir kızı anlatmıyor. "Ben artık yaşamak istemiyor...