BÖLÜM 37

220 10 0
                                    

Savaş arabayı hızlı sürdüğü için 10 dakika kadar kısa bir sürede gelmiştik yine Elaların evine. Arabadan ilk ben inmiş, yavaş yavaş hatta sekerek kapıya gitmiştim. Bora anahtarıyla kapıyı açtığında Savaşın arabasının, Savaşın ve Elanın burda olmadığını fark ettim. Boraya dönüp
"Elalar nerde?" dediğimde kapıyı açtı ve bana cevap vermeden içeri girdi. Boranın benimle olan sorununu şu an halledebilirdik değil mi? Yine salondaki yerini aldı. Bende kapıyı kapatıp karşısındaki koltuga oturdum.
"Sorun ne?" dedim soğuk davranmaya çalışarak.
"Sorun yok." dedi saniyesinde cevap vermesine şaşırmıştım.
"Var Bora. Sorun var. Seni ilk gördüğüm günden beri sürekli ben berbat biriymişim gibi davranıyorsun. Ayrıca beni tanımadığın halde. Savaşın yanında sürekli aşagılıyorsun. Sürekli kilomla ilgili şeyler söylüyorsun."
Nedensizce bu kilo mevzusuna gelince konu, boğazımda dügüm oluyordu, ağlamamak icin zor tutuyordum kendimi. Ama bu sefer tutmadım. Evin içinde bağırmaya başladım. Sinir krizi başlangıcı bu olsa gerek.
"Ben çok mu bayılıyorum ya kilolu olmaya? İnsanların senin gibi davranmasından bıktım. Sanane? Benden. Benim kilolarımdan sanane? Neden sürekli yapıyorsun bunu? NEDEN?"
Bağırdıkça ağlamamda şiddetlenmişti. Bora hiçbir şey söylemez acımsar gözlerle bana bakınca yanımdaki yastığı yüzüme dayayıp ölümüne ağladım. Arada 'gerizekalı, aptal' gibi hakaretlerde bulunuyor, mırıldanıyordum. Kendimi kaybettim sayılabilirdi. Boraya hiç bakmamışken omzumda elini hissettim. Kafamı yastıktan kaldırınca yanıma oturdu.
"Özür dilerim. Seni bu kadar kırabileceğimi bilmiyordum." dedi. Sakindi. Onun aksine benim ağlamam bir saniyeliğine bile kesilmemişti.
"Biliyordun. Nasıl anlamazsın ya nasıl?" dedim. Bir şey demez öylece bana bakıyordu.
"Amacın var Bora. Bir amacın var, beni bu kadar kırmanın bir amacı var. Ne o? Amacın ne?"
Bana bakmaya devam ederken, sessizce oturuyordu. Ben ise onun hareketlerini izlerken daha da çok ağlıyordum.
"Anlat." dedim sakinleştiğimde. Muhtemelen 10 dakika geçmiştir.
"Anlatıcak bir şey yok. Ben sadece biraz eğlenmek istedim." dedi. Hayır değil. İnanmıyorum ya.
"Savaşla ilgili mi? Savaş dedi değil mi kızı benim yanımda rezil et dedi dimi Bora?" dedim. Çok mu senaryo kurmuştum acaba.
"Ne alakası var Gizem?" dedi hâlâ bu denli sakin konuşması beni biraz şaşırtıyordu.
"Ne o zaman Bora?" dediğimde yine hiç konuşmadan öylece baktı, gerçekten buradan gideceğimden değil de belki konuşur umuduyla ayağa kalktım.
"Bora ben gidiyorum. Sebepsizce bana böyle davranan biriyle aynı evde kalamam. Kalmak istemiyorum. Hayır ne yani ben geçmisinde sana bir şey mi yaptım? Neyim ben ya?" dedim hâlâ ayakta dikilirken.
"Sebepsiz değil."
Evet, onu böyle konuşturabileceğimi biliyordum.
"Ne o zaman sebebi ya?" diye bağırdım.
Otur isaretini verdi.
Oturdum ve meraklı gözlerle ona baktım. Kendimi en kötü şeye hazırlamıştım. Benim için en kötü şeyde Savaşın yaptıttırmasıydı.
Uzun bir şey anlatacağı belliydi. Boğazını temizledi.
"Benim bir ablam vardı Gizem."
Ciddi anlamda merakla ona bakıyordum. İç çekti. Hüzünlüydü.
"Her şeyini bana anlatan bir ablam. Kusursuzdu bana göre. Mükemmel biriydi. Ben kusurdan görmüyordum ama, kendisi kusur sanıyordu. Kiloluydu. Aramızda 4 yaş vardı. Ben 11 yaşıma girdiğimde bana bir piçi anlattı. Ondan nasıl hoşlandığını. Ama çocuğun ablama yüz vermediğini. Bu durumda ne yapılır? Ne denir canından çok sevdiği insana? Ona bu konuda destek veremedim. Birkaç ay geçti aradan. Ablam annemlerle kavga etti. Benim akıllı uslu ablam ilk defa annemlerle kavga etti. Bir gece kapıyı çekip gitmiş. Kimsenin haberi olmadan. Benim aptal ailem umursamadı bile. Birkaç gün arıyor gibi yaptılar. Sonra hiçbir şey olmadı. Daha 11 yaşında bir çocuktum, onu aradım, günlerce hatta aylarca. Sonra ne mi oldu? Babam 15. yaş hediyesi olarak bir bar açtı bana. Sürekli orda çalıştım, gece gündüz çıkmadım o bardan. Bir gün geldi oraya. Toplu bir arkadaş grubuyla geldiler. 3 erkek 3 kız, ablam birinin elini tutuyor. Sana yemin bile edebilirimki kemikleri gözüküyordu ablamın. Fazla gülmüyor, gözaltları mosmor. Hani böyle hasta gibi. Yanına gittim, onu o kadar çok seviyordumki bidaha hiç onu bırakmıyıcağıma söz verdim. Beni evine götürdü. Benim ablamdı bu. Onu çok seviyordum. Canımdan bile çok. Aradan 10 gün kadar geçti. Ben sürekli gittim evine. Ee bizde büyüdük haliyle onu daha iyi anlıyorum. Bir gün evine gittim tekrar.
'Ablacım.' dedi. En içten. Sesi kötü çıkıyor. Yanıma yaklaştı elimi tuttu.
'Hiçbir kızı üzme tamam mı? Hiçbir kızın dış görünüşüne bakıpta onu üzme. Ve birde benim için üzülme. Tamam mı canım benim?' derken lavaboya koştu. Neden böyle dediğini anlamaya çalışıyordum. Birkaç gün düşündüm, ve sonraki gün tekrar tekrar gittim ablamın yanına, evine. Kapıyı açmayınca, kırmak zorunda kaldım. Korktum, onun başına bir şey gelicek diye korktum."
Bora ağlıyordu. Gerçekten ağlıyordu. Acizdi, titriyordu.
"Bora kötü oldun. Tamam anlatma." dedim. Bende omzuna elimi attım.
"Kapıyı kırdığımda yere uzanmış yatıyordu, kucakladım onu. Aşağıya indim. Baygındı. Kollarımda, baygın ablamı taşıyordum. Hemen hastaneye götürdüm. O lanet çocuk yüzünden ablam böyle bir şey yapmıştı. Kusmuştu ve kusarak bu hale gelmişti. Hastalık bu. Tedavisi geç kalınmış hastalık. Ben ablamın öldüğü yaştayım Gizem. 4 yıl 2 ay önce ablamı kendi ellerimle toprağa gömdüm ben. Bunun acısını biliyor musun?"
Fazla kötü olmuştu, ağlamanın yanı sıra hıçkırıyordu. Ona sarıldım.
Sarılmak her zaman birinden hoşlandığın için yaptığın bir eylem değildi. Destek olmak içinde sarılmak guzeldi. Hele böyle kötü bir durumda.
"Bora ya! Ya üzgünüm."
Diyecek bir şeyde bulamıyordum.
"O yüzden hep nefret ettim. İnsanlardan nefret ettim, kilo sorunu olduğunu düşündüğüm her kızdan nefret ettim. Nefret etmesem hepsi yarı yolda bırakacak diye." dedi. Onu anlıyordum. Ölümün berbat bir şey oolduğunu biliyordum. Hele canından cok sevdiğin birini, sırf başka biri onu sevmedi diye kaybetmesinin ne kadar acı olduğunu, benim söylediğim üç beş şeyinde bu acıyı dindiremeyeceğini biliyordum. O yüzden bir şey söylemeden baktım ona. Onun aglayısını izledim. Sarılarak ona.
10 dakika kadar ağladı. İçini dökmüştü sanırım. Her zaman söylediğim gibi, bazen ağlamak iyi olur. İçini döker insan.
10 dakika sonra ise bana söylediği şey şu oldu.
"Savaştan hoşlandığını biliyorum "
Ona öylece bakakaldım. İnkar etsemde bir faydası olmucaktıki. O yüzden hiç sesimi çıkarmadım.
"Savaştan uzak dur. Bunu ablası bir piç yüzünden ölen biri olarak değil, Savaşın kuzeni olarak söylüyorum."
Tek kaşımı kaldırdım.
"Neden?" dedim. Herkesin bunu söylemesi tuhaftı biraz.
"Öyle olması gerek çünkü."
Anlamıyordum, ama Savaşta Borada bunu söylediğine göre mantıklı bir açıklaması olduğunu düşünmeye başlamıştım. Tamam öyleyse bu aşırı zor olucak ama olsun. Vardır bununda bir sebebi....

ÖNYARGIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin