Unutmayın! Günün en güzel saatleri, akşam 8, sabah 5, akşama karşı 6, öğleden sonra 3 değildir. Günün en güzel saatleri sevdiğiniz insanlarla beraber olduğunuz her saat, her dakika, her saniyedir. Günü güzel kılan, sevdiklerimizdir.
Dakikalar sonra Savaş aniden yanımdan kalktığında ona baktım.
"Gizem benden uzak dur." dedi hâlâ ayaktayken. Ne olduğuna anlam veremez biçimde ona bakmaya devam ederken hızla yürümeye, benden uzaklaşmaya başladı. İskelenin ucunda bir başıma oturmaya devam ediyordum. Belki de günün en güzel saatlerinin üstünden 2 dakika bile geçmemişti. Neden birden gitmişti? İyi değil miydik biraz önce? Hava yavaş yavaş kararmıştı. İşte bu yüzden gözümden düşen yaşların önemide yoktu. Akşamdı kimsenin umrunda değildim, karanlıktan gözyaşlarımı da gören yoktu. Yine mi kilolarım yüzünden olmuştu bu? Yine mi ben kiloluyum diye sevmemişti biri beni? İskeleden kalkıp hızlı adımlarla, başımı öne eğerek, otele yürümeye başladım. Odamın kapısını hızla çarpıp yatağa zıplayarak yattım. Bir buçuk tonluk bir fil gibi gözüküyordum adeta. Hic mi sevilmeyecektim? Her şey dış görünüş olmak zorunda mıydı?
'Dış görünüş önemli olmasa bile sen birde içine bak Gizem. Sürekli depresif takılıyorsun.'
İç sesim bunları tekrarlarken yatakta doğruldum. Neden depresif takılıyordum ben? Diğer insanlara göre çok bir olay da yaşamamıştım. Bu yaşıma kadar acı çekmemiştim kimse gibi. Acı çektiğim tek konu hep bu kilo olmuştu. Ne yaşasam durumu kilomla alakalandıran salak arkadaşlarım olmuştu. Onların sayesinde bende ne yaşarsam yaşayayım kiloma bağlıyordum yaşadıklarımı. Ama bir yandan da haklı değil miydim? Eger fiziğim Gamzeninki gibi olsaydı ya da Miranınki gibi ya da Açelyanınki gibi. Savaş belki benimle birlikte olurdu. Belki de en başından beri Savaşın söylediği şey doğruydu
"Daha beni tanımıyorsun bile!"
Ama Savaş buna izin de vermiyordu. Onu tanımama izin vermiyordu.
~~~
"Sonunda Gizem! Sonunda yani! Neden açmıyorsun şu telefonunu?"
Ecenin sesi kulaklarıma dolunca iç çektim.
"İşim vardı."
"Ya hadi şu Savaşın fotoğrafını atsana." dedi Hilal.
"Kapatınca atayım." dedim. Acizdim işte. Onlar benim en yakın arkadaslarım değiller miydi? Sesimden anlayıp sormaları gerekmez miydi neyin var diye? Yapmamışlardı. Ece ve Nilay arkada konuşurlarken Hilalinde sıkıldığını anlayıp telefonu kapatmıştım. Fotoğrafa uzun süreli bakıp attım fotografı. Ben bir cevap atmalarını beklerken 4 dakika sonra telefonum çaldı.
"Gi-Gizem bu kim?" dedi Hilal.
"Savaş işte."
"Telefonu kapatma." dedi sessiz bir şekilde. Hatta neredeyse fısıltıyla. Arkadan gelen çok net olmayan sesleri dinlemeye başladım.
"Nasıl yapar bunu ya? Aklım almıyor kızlar."
Ece'nin ağlamaklı sesiydi bu. Büyük ihtimalle Hilal telefonu ortaya koymuştu. Ecenin ve Nilayın haberi olmadan.
"Şu olayı tekrar anlatsana bi." dedi Hilal. Sessizce dinliyordum onları.
"Hilal fotoğtaftaki çocuk Berk." dedi Ece ağladıgını duyuyordum.
"İyide bu nasıl olur? Gizem bizi kandıracak değil ya." deyince Nilay, Hilal tekrar lafa girdi.
"Zaten kandıran Gizem değil, Berk."
Duyduklarım karşısında şok olmuş, öylece onları dinliyordum. Odamın kapısı çalınca telefonu kapatıp kapıyı açtım.
"Açelya?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖNYARGI
Novela JuvenilKilolarından hep nefret etmiş fakat onlardan bir türlü kurtulamamış bir genç kız, kimseyi tanımadığı bir şehre ailesi yüzünden giderse neler olur ? Bu kitap sevdiği adam için zayıflayan veya değişen bir kızı anlatmıyor. "Ben artık yaşamak istemiyor...