10-11 yaşımda benden 20 yaş kadar büyük bir ablayla konuşmuştum. Kilo verme başarısı olan bir abla. Söylediği şeyler bana o yaşlarda gerçekten saçma gelmişti. Ama onu şu an anlıyordum.
"Ben çok kötü günler geçirdim Gizem. Dışarıdan gelir gelmez kapının eşiğinde ağladığım günleri bilirim. Bu kilolar bedenini sağlıksız yapmasının yanında ruhunu da sağlıksız hale getiriyor. Bir başkası için değil. Kendin için bunu başar."
Bu sözleri hâlâ aklımdaydı işte. Kilolardan mıydı bilmiyorum ama ruhen, gerçekten sağlıksız bir durumdaydım. Kendimi toplumdan dışlanmış, kimse tarafından umursanmayan biri olarak görüyordum. 25 Nisan bugün. Annemle de babamla da hiç konuşmamış ama her dakika onlar için ağlamıştım. Okula o günden sonra gitmemistim. Annem de babam da izin işiyle ilgilenmiyorlardı aşikâr. Büyük bir ihtimalle sene sonunda parayla halledilirdi. Gamze ve diğerleri onları yüzüstü bırakacağımı düşünmüşlerdir büyük ihtimalle. Ece ve Esin defalarca aramışlardı ama ikisininde telefonlarını açmamıştım. Ece en son bana kızdığını belli eden bir mesaj atmıştı ve bu mesajına daha çok ağlamıştım. Etrafım sürekli canımı acıtan insanlarla doluydu.
Gece 11 e geliyordu saat. Nisan sonunda olmamıza rağmen soğuktu. Saatlerdir yatmama rağmen yatağım ısınamamıştı. Annemin sözleri ve Savaşın sözleri sürekli kulağımda yankılanıyordu. Annem ve babam beni kandırmanın yanı sıra ayrılacaklardı. Hemde bana yalan söyleyerek. Bende anlamayacaktım. Hâlâ mutlu bir aile olduğumuzu düşünecektim. Salak yerine koymuşlardı beni. İlk aşık olduğum insan da benden nefret ediyor, hayatından çıkmamı istiyordu. Kalbimin acıdığını gerçekten anlıyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlayamıyordum. Battaniyemin altında ağladığımı saklaya saklaya ağlıyordum. Utana çekine. Camdan gelen sesle, kafamı kaldırmak istedim. Ama korkuyordum. Normal bir ses değildi sanki. Pencerenin kapanma sesi gibiydi. Gelen cesaretle battaniyenin içinden kafamı çıkardım.
"Savaş?" sesim fazla yüksek çıktığı için işaret parmağını dudaklarına götürdü ve 'sus' işareti yaptı. Karanlıkta dahi onu çok net görüyordum. An itibariyle yanımdaki sandalyeyi çekmişti ve oturmuştu.
"Ne işin var burda ya? Çık evimden." dedim. Ağlamanın verdiği yorgunluk ve kırılmışlık içindeydim, sesimde, kendimde. "Aptal! Neden gelmiyorsun tiyatroya?" dedi. Sinirli ve soğuk. Savaş denilince aklıma gelen iki kelimeyi de bizzat yansıtıyordu yine.
"Çünkü istemiyorum."
Yerinden kalkıp lambayı yaktı.
"Neden?"
"Nedeni yok Savaş."
"Var. Ve sen şimdi onu söyleyeceksin."
"Çünkü yoruldum artık hepinizden. 4 ay önce 'çık hayatımdan' dedin Savaş. Şu an evimdesin ve birşeylerin nedenini soruyorsun. Annemlerin isteği üzerine geldim o gün. Şu anda da annemleri dinlemek gibi bir niyetim yok. Gelmemişim gibi davranın siz. Gamze 'yerine Açelya geçsin' tarzı birseyler söylemişti. Açelya geçsin işte. Zaten size hiç katkım olmadı ki." dedim. İtiraf etmeliyim, bunları söylerken gözlerimden yaş düşmüştü. Sevgili annem ve babam ışık açıldığından beri gelmemişlerdi. Muhtemelen ayrı odalarda ayrı yataklarda yatıyorlardı. Sesime bile gelmemişlerdi. Savaş kollarını göğsünde çaprazlamış beni dinliyordu. Derin bakıyordu.
"Pazartesi salona gel."
"Gelmicem Savaş. Gelmicem ya. Anlamıyor musun?"
Sinir krizi geçirmemek icin resmen kendimi zor tutuyordum. Hani bazen insanlar en duygusal anlarında bağırıp çağırmak isterler ya öyle birşey hissediyordum. Savaşsa bunu anlamaz bir biçimde;
"Anlamıyorum lan." diyordu.
Ben ise bağırıp çağırmak yerine her zamanki gibi ağlamayı tercih etmiştim. Yastığımı yüzüme dayayıp hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Küçük bir çocuk gibi arada mırıldanıyordum. Kaç dakika böyle kaldık bilmiyorum. Kafamı kaldırdığımda biraz daha sessiz bir şekilde ağlıyordum. O ise duvara yaslanmış bana bakıyordu.
"Ben artık yaşamak istemiyorum, ölmek istiyorum." dedim. Gözlerime baktı. Bakışlarındaki sertlik hâlâ içimi acıtıyordu.
"Bunu düşünüyorsan zaten ölmüşsündür."
"Ölmedim Savaş. Bak burdayım. Konuşuyoruz. Bana bakabiliyorsun. Sana bakabiliyorum. Konuştuklarını duyabiliyorum. Konuştuklarımı duyabiliyorsun. Ölmedim. Öl-me-dim."
Bunu neredeyse bağırarak söylemiştim. Benim bir manyak olduğumu düşünebilirdu artık. 'Sorunlu kız' diyebilirdi. Demesini istemiyordum. Düşünmesini de. Ama Savaş her zamanki gibi ne yaptı? Gitmeyi tercih etti. Odamın kapısını sessizce açtığında;
"Sen hep gitmeyi tercih edersin değil mi? Çünkü başkalarının düşünceleri ya da hissetikleri önemli değil. Değil mi Savaş? Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyorsun?" dedim.
Kapıyı kapattığında hâlâ içerideydi. Kapının önünde bana bakıyordu.
"Kalmamı mı istiyorsun?" deyisiyle ne yapacağım hakkında kısa süreli düsündüm.
Kafamı iki yana salladım. Bu 'hayır' anlamına geliyordu. Ama Savasın kalmasına ihtiyacım vardı belkide. Yastıgı yerine koyup yattığımda ışık kapandı. Işığın kapanısıyla gittiğini de anladım.
~~~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖNYARGI
Teen FictionKilolarından hep nefret etmiş fakat onlardan bir türlü kurtulamamış bir genç kız, kimseyi tanımadığı bir şehre ailesi yüzünden giderse neler olur ? Bu kitap sevdiği adam için zayıflayan veya değişen bir kızı anlatmıyor. "Ben artık yaşamak istemiyor...