BÖLÜM 16

279 12 0
                                    

Kar önce yavaş yavaş yağmıştı sonra hızlanmıştı. Hızlandığı sırada sığındığımız çatının altından çıkıp karın altında durmayı istesemde Savaş bileğimi çıkaracak güçte kavrayıp gitmemi engellemişti. Garip olan şey karı izlerken 5 dakika orada kalmamızdı.
"Sınıfa gitte eşyalarını al tekrar gel." dedi. Tekrar gel. Tekrar gel dedi evet.
"Sen?" diye sordum. Okula birkaç şey getiriyor olmalıydı en azından. Bir kaban falan getirmeliydi diye düşünmüştüm. Bana hiçbir şey söylemedi. Bunun üzerine sınıfa gittim.
"Hocam, ben eşyalarımı alıp gidebilir miyim aşağıya? Yarın için hazırlık yapıyoruz da." dedim.
"Yok yazarım." dedi düşünmeden. Tek ders için yok yazılmak saçma olurdu. Bunun icin aşağıya inip Savaşa haber verip tekrar yukarı çıkmalıydım.
"O zaman ben aşağıya Murat hocaya haber verip geleyim." deyip çıktım.
Konumunu hiç bozmamış hâlâ aynı şekilde duran, bıraktığım halinden tek farkı üstüne mont almıs olması olan Savaşın yanına gidip
"Hoca yok yazarım dedi. Tek ders için yok yazılmak istemiyorum." dedim.
"Ne aptalsın sen." dedi sırıtarak. Ona göz devirdim. Bana kurduğu 10 cümleden en az 5inde bana aptal diyordu.
"Çıkıyorum ben sınıfa hadi görüşürüz." dedim.
"Çıkma, git izin kağıdı al, sınıfa götür sınıftan eşyalarını al ve gel." dedi.
"Kimden alacağım ki izin kağıdını?" dedim.
"Yelizden."
Yeliz dediği kişi, tiyatrodaki hoca oluyordu. "Beraber gidip alsak?" dedim. Cunku biliyordum ki ben o izin kağıdını alamayacaktım, ama Savaş alabilecekti.
"Tek gideceksin."
"Ya nolcak Savaş? Eksilcek misin?" dedim. Biri şu çocuga atar yapmamam konusunda beni her daim uyarmalıydı. Her atar yapışımdan sonra sessiz kalıyor, tepki vermeyi bırakıyordu. Bende kendimden kısa süreli tiksiniyordum. Bunun üstüne aşağıya salona indim. Savaşı orada daha fazla bekletip üşütmemek için hızlı davranmaya çalısıyordum. Salona indiğimde çoğu kişi salondaydı. Büyük ihtimalle grupla son konusmalarını yapıyorlardı. Herkes heyecanlıydı. Ama ben onlardan çok daha fazla heyecanlıydım. Murat hocanın yanına gidip izin kağıdı yazıp yazamayacağını sormustum. Yazmamısti. Bunun üstüne Yeliz hocanın yanına gidip aynı seyi tekrarlamıştım. Hiç sorgulamadan yazmıştı. Savaş iyi biliyordu bunları. Bunları bildiği için okula gelmediğinde sorun olmuyordu heralde. Salondan çıktığımda çıkışa sadece 15 dakika kaldığını gördüm. Daha hızlı davranarak sınıfa çıkıp izin kağıdını verdim ve eşyalarımı alıp çıktım. Savaşın yanına indiğimde de çocuk hiçbir şey söylemeden önden yürümeye başladı. Bende arkasından yürüdüm hemen. Arabasının önüne geldiğimizde soran gözlerle ona baktım. Bu 'bende gelecek miyim?' bakışımdı.
"Bin arabaya." dedi. Bindim, kendisi de biner binmez hızla gaza bastı ve neye uğradığımı şaşırdım. Arabada yine o koku vardı, kadın parfümü kokusu, araba kokusu, Savaşın parfümünün kokusu. Kadın parfümü kokusunun sahibi annesi diye düşünüp kendimi rahatlatmaya çalışırken araba durdu. Etrafa baktım. Beni bu iğrenç yere getirmişti, ben Açelya değildim. Açelya gibi de degildim. Beni buraya getirmisti. Adı Waste olan bara.
"İn." dedi.
"Saçmalama, ben buraya girmem."
"Neden o gün girmiştin o zaman?"
Unutmamıştı. Vay canına.
"O gün farklıydı, buranın böyle bir yer olduğunu bilmiyordum ve o gun babamla gelmistim."
"Şimdi de benimle geldin iste."
"Savaş babamla diyorum." dedim 'babam' kelimesini bastırarak.
"Ee?" dedi aynı umursamamazlık ve rahatlıkla.
"Onun için şimdi buraya girmeyeceğim." dedim. Onun ki kadar rahat davranmaya çalışıyordum ama içten içe sinirleniyordum.
"Tamam." deyip arabadan indi. Ne yani beni arabada tek başıma bırakıp gidecek miydi? Bu hareketine göz devirdim. Ciddi anlamda gidiyordu. Gözden kaaybolacak şekilde gittikten sonra arabadan indim. Arabayı bile kilitlememişti ki!
"Beklesene Savaş!" dedim. Beklememişti ama adımlarını yavaşlatmıstı. Hizzasına gelince ona baktım yine.
"Sen şu kötü çocuklardan olmaya çalışmıyorsun değil mi?" dedim. Bunada bir sey demeden Açelyayla oturduğu köşedeki masaya oturdu. Açelyanın yaptığı hiçbir hareketi Savaşa yapmayacaktım.
"Sana bir soru sordum." dedim. Gözlerini yanımıza gelen kisiye çevirdiği için bende onun baktığı tarafa baktım. Şu çardaktaki çocuğu görünce aklıma o gün geldi. Kalbim yeniden kırıldığını hissedince yere baktım.
Savaşla azıcık muhabbet ettikten sonra Savaş yine garip isimli bir şeyler söylemişti. Bora denilen çocuk yanımızdan gittiğinde bir kız gelmişti. Sarışındı, dudakları en çok ilgi çeken kısmıydı. Botoks yaptırmıs gibi duruyordu. Konusurken bile zorlandığı belli oluyordu. Minicik bir elbise giymisti, makyajından bahsetmiyorum bile. Savaşa cilveyle birkaç şey söylüyordu, Savaşsa ifadesiz ona bakıyordu. Kız Savaşın yanına oturdu bir kahkahayla. Bu hareketi benim çileden çıkmama neden olurken Savaşı izlemeye başladım. Kızın yanımızdan gitmesi için binbir türlü şey söylüyordu.
"Git artık şu lanet yerden Melis!" dedi Savaş, konuşmalarının 15.dakikasında. Kız kaşlarını kaldırdı önce, sonra da oturduğu yerden kalktı. Savaş sinirliydi, sinirli halleri beni korkutuyordu. Ama yanında durmaya devam ediyordum. Bora denilen çocuk o kız yanımızdayken 2 adet içki getirmisti. Tabiki ben içmemistim, Melis denilen kız içmisti. Bunu 4-5 kez tekrarlamışlardı. Bildiğim kadarıyla herhangi bir insan 4-5 bardak içtiğinde sarhoş olabilkyordu. Sarhoşken insan kendini kaybeder, Savaş bunları düşünmeden içmişti ama. Yani başımıza bir şey gelecek olsa ikimizde savunmasız kalacaktik. Onun için 'babam' böyle bir saçmalık yapmamıstı.
"Yeter artık Savaş. İçmeyeceksin bir daha." dedim. Eğer bu kadar sert davranmazsam hâlâ içerdi. Ama sert davranmam da sökmemişti ki Savas icmeye devam ediyordu. Bora denilen çocuk Savaşın son içtiğini de alıp başka bir bardakta getirince ona da lanetler okudum. Savaş kafasına dikerken, içmemesi için ona dogru uzanmam, Savaşın bileğimden kavramasından hemen önce olmuştu. Bileğimi elinden kurtarabildiğimde arkaya doğru yaslandım. Savaş ise bana bakmaya başladı. Henüz sarhoş olmamıstı ama olması an meselesiydi. Bu bakışmamız Savaşın beni yine bileğimden tutup ayağa kaldırmasıyla sona ermişti. Dans pisti olarak tahmin ettiğim yerde ikimiz duruyorduk yalnızca. Sabah saatleri olduğu için fazla kişi yoktu barda. Ama yine de bu kadar göz önünde olmak beni rahatsız hissettiriyordu. Çalan parca hareketli ve yabancıydı.
"Dans et!" dedi. Şaka yapmıyordu çok ciddi davranıyordu. Ama beni burda öldürse dans edemezdim.
"Hayır." dedim. Hâlâ ayaktaydık. Hayatım boyunca yalnızca aynanın karşısında dans etmiştim. Aynadaki yansımamı görünce de hemen bırakmıstım. Şimdi de asla dans etmeyecektim.
"Sana dans et dedim!" dedi Savaş. Kaşlarımı kaldırdım. Bunu yapamayacağım içinde onu orda yalnız bırakıp önce masaya gitmiştim, masadan eşyalarımı alıpta dışarıya.
Savaşın arkamdan öfkeyle gelebileceğini tahmin etmemiştim. Gelince öfkesini anlayabilmek için ona döndüm.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" dedi. Sesi, her zaman soğuk ve sert çıkan o sesi, şimdi korku ve öfke dolu çıkmıştı. Sesinden korktuğu çok net anlaşılıyordu. Ama ne için korktuğunu anlayamıyordum. Savaştı bu! Korkmazdı ki.
"Eve gidiyorum." dedim.
"Birdaha bu şekilde gidersen, iyi olmaz." dediğinde bana daha çok yaklaşmıştı ve sesi biraz öncekine oranla aşırı sert çıkmıştı. Ben bu cümleye korkmak veya üzülmek yerine sevinmiştim. Birdahası olucak mıydı yani bunun ? Savaş ve ben okul dışında bir daha görüşecek miydik? Kendimi gülümser bir biçimde hissedince ciddi olmaya calısarak gözlerimi Savaşın gözlerine sabitledim.
"Beni buraya neden getirdin?" dedim. Şu anda sorulabilecek en saçma soruyu sormuşum gibi bir bakış attı bana.
Cevap vermemesini de buna bağlıyorum. Ama hızla nefesini dışarıya doğru verip beni orda bırakmasını hiçbir şeye bağlayamıyordum.

ÖNYARGIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin