7

998 31 10
                                    

Media: Matteo Romano

Matteo... Burası onun odasıysa o nerede uyuyordu acaba? Odasını almış olmam kötü hissettirse de derin bir iç çektim ve kendimi düşünceler arasında uykunun kollarına bıraktım.

🍃

(...)

İçimdeki yangınla yavaşça gözlerimi araladım. Boğazım kupkuruydu ve çok susamıştım. Camdan dışarı baktığımda ise hava hala karanlıktı. Acaba saat kaçtı?

Komidinin üzerindeki telefonumu elime alıp ekranını açtım. 03.48. Odadan çıkmak istemiyordum ama başka çarem de yoktu.

Gergince üzerimdeki pikeyi üzerimden attım ve yatakta oturur pozisyona geçtim. Pekala.

Küçük ve sessiz adımlarla kapıya doğru ilerledim. Olabildiğince sessiz olursam harika olurdu. Kimseyi uyandırmak ya da rahatsız etmek istemiyordum.

Kapıyı yavaşça açtım ve sessizce arkamdan kapattım. Hızlıca etrafa göz gezdirdiğimde tekli koltukta oturan kişiyi görmemle duraksadım. Şöminenin ve küçük gece lambalarının ışığı yüzüne yansımıştı.

Matteo gözleri kapalı bir şekilde başını geriye yaslamıştı. Sanırım uyuyordu. Kollarını koltuğun kenarlarına yaslamıştı ve sağ elindeki viski bardağı hemen düşecekmiş gibi duruyordu.

Bir süre onu izlemeyi sürdürsem de en sonunda mutfağa doğru yöneldim. Tezgahın önünde dikkatlice etrafıma baktım. Sürahi buradaydı fakat bana bir bardak gerekiyordu. Üst taraftaki kapaklı bölmeyi sessizce açtım ve zaferle gülümsedim. Birçok çeşit bardağın arasından birini seçtim ve sessizce tezgaha koydum. Sürahiyi bardağa doldururken yine oldukça dikkatliydim. Matteo'yu uyandırmak istemiyordum.

Büyük bir açlıkla suyu içtim ve derin bir nefes aldım. En son mideme giren şeyin Matteo'yla yediğimiz makarna olduğu gerçeği sertçe yutkunmama yetmişti.

Bardağı dikkatlice lavabonun içerisine koydum ve tekrar yavaş adımlarla odama doğru yöneldim. Onun koltukta iki büklüm yatmasıyla beraber benim onun odasını işgal ediyor oluşum her ne kadar canımı sıksa da yapacak pek de bir şey yoktu.

Son kez ona baktım. Üzerinde hala o kısa kollu tişört vardı. Üşümüyor muydu? Tamam Haziran ayındaydık ama ev hiç de öyle sıcak değildi. Ayrıca güneş battığı zaman İtalya'da hava çok garip bir şekilde soğuyordu. Üstüne üstlük insan uykuya daldığı zaman vücut ısısı düşerdi.

Elimle yüzümü kapatıp derin bir iç çektim. Kimi kandırıyordum? Onu öyle bırakmak vicdanıma el vermeyecekti işte.

Odaya geçip yine oldukça sessiz olmaya çalışarak ışığı açtım ve dolaba doğru ilerledim. Dolabın sürgüsünü açarken biraz ses çıkmıştı ama umursamamaya çalıştım. Buralarda örtü ya da o tarz bir şey olmalıydı. Özeline saygı duymaya çalışarak çok didik didik bakmamaya çalışıyordum ama hala bulamamıştım!

Sonunda en alt raftaki lacivert pike gözüme ilişirken hızlıca elime aldım. Vay canına. Yumuşacıktı ve hatrı sayılır bir şekilde kalındı. Elimdeki pikeyi sıkı sıkı tutarak yine yavaş adımlarla odadan çıktım.

Şimdi işin en zor kısmına gelmiştik. Gerçekten üstüne bunu örtecek miydim? Düşmanıma duyduğum kibarlık göz dolduran cinstendi. Ama ben buydum. Ne olursa olsun karşımdaki bir insandı ve ne kadar hata yaparsa yapsın bana yardımcı olmaya çalıştığının farkındaydım. Hatta pişman olduğunun da. Beni evet nasıl bir işin içine soktuğunu bilmiyordum ama o da bundan rahatsızdı bunu biliyordum.

Bu psikolog olarak da öğrencilik yıllarımda benimsediğim bir şeydi. Daha çok hümanist yaklaşıma kayan bir bakış açım vardı. Karşımdakini olduğu gibi kabul etmek benim için olağan bir şeydi.

Küçük adımlarla ona yaklaştım. Elimden geldiğince ses çıkarmamaya çalışıyordum ve tabiri caizse zaten ayak ucundaydım. Artık tamamen koltuğun kenarına geldiğimde durdum ve... Ona baktım.

Nefes alışverişi düzenliydi ve göğsü yavaşça inip kalkıyordu. Elindeki bardağı dikkatli bir şekilde tuttum ve ona bakarak bardağı elinden çektim. Yüzünde herhangi bir mimik oynamamıştı. Zaferle elimdeki bardağı sessizce hemen yanımdaki masanın üzerine koydum ve pikeyi yavaşça açtım. Dikkatli bir şekilde bacaklarını ve kollarını da örtecek şekilde üzerine sererken uyanmaması için dua ediyordum. Pekala. Hala yüzünde bir mimik oynamamıştı.

Yüzü demişken... Kirpikleri gürdü ve tıpkı saçları gibi simsiyahtı. Saçlarının kıvırcıklığının sakallarına da yansımış olması çok değişik ve... Güzeldi. Bronz teninde parlayan dudakları ise... Kalemle çizilmiş gibiydi ve hafif aralanmıştı. Burnundan aldığı derin nefeslerinin bir kısmı dudaklarından ayrılıp yüzüme çarpıyordu.

Her ne kadar ağır viski kokusu burnumun ucunu sızlatsa da hala odunsu ve ferah kokusunu alabiliyordum. Sanki hiçbir şey onun kokusunu bastırabilecek kadar güçlü değildi.

İçimden bir ses elimi saçlarının arasından geçirmem için yalvarıyordu. Dehşete düşmüş bir şekilde kendimi geri çekerek doğruldum ve son kez uyuyan yüzüne baktım. Daha fazla kafamın karışmasına izin vermeden gidip yatsam daha iyi olacaktı sanırım.

Geldiğim yoldan olduğu gibi yavaş ve sessiz adımlarla geri döndüm. Yine tam odaya girmeden önce istemsizce ona baktım.

Yüzünde gördüğüm gülümseme kalbimin hızlanmasına neden olurken aceleci bir şekilde içeri girip yine sessiz olmaya çalışarak kapıyı kapattım.

Uyanmış mıydı? Ne yaptığımı fark etmiş miydi?

Ne kadar da aptaldım! Şu an kendime ne desem nafileydi. Ayrıca olan olmuştu. Belki de rüya görüyordu? Evet bu da bir ihtimaldi. Çünkü gözleri hala kapalıydı. Derin bir iç çekerek yatağa doğru ilerledim. Kafamı yastığa koyar koymaz tek düşündüğüm şey yarın sabah ne ile karşılaşacak olduğumdu. Bir de gülümsediğinde yanağında oluşan küçük gamzeleri.

🍃

Dayanamadım ve bu bölümü de şimdi atmak istedim🤍 şimdiye kadar yazarken en sevdiğim bölümlerden biri oldu🥺 umarım siz de benim sevdiğim kadar sevmişsinizdir🤍 oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyinn sizi seviyorum🤍

Roma'daki SözHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin