Güneş okyanusun üzerinde kendini göstermeye başlamıştı yeni yeni. Yağmur bulutları bir bir çekiliyordu küçük yerleşim yerinin üzerinden. Okyanusun kokusu yavaş yavaş genzine dolarken, bulunduğu ortama kısaca göz gezdiriyordu.
Kayalıkların üzerine inşa edilmiş olan bu küçük kafenin verandasında olmasına rağmen, ortamın o loş dokusunu hissedebiliyordu. Açık alandaydı fakat burnuna oldukça güzel kahve kokusu geliyordu. Henüz sipariş vermiş değildi ama burnuna dolan kokudan kahvenin de oldukça lezzetli olduğunu tahmin etmişti. Bu onun için hiç de zor olmamıştı.
Gözlerini ahşap korkuluklara getirdiğinde çok da güvenli olduğunu düşünmüyordu. Bunu çocuğunu gözünün önünden ayırmayan anneden çok rahat bir şekilde anlayabiliyordu. Gözlerini gökyüzüne doğru çevirdiğinde ise ahşap kirişlerden sallanan gaz lambalarını görmüştü. Nedensizce içini tarifsiz bir huzur kaplamıştı. Ve yine nedense Hoseok'u gördüğünde bu bozulacaktı.
Hoseok usulca yanına geldiğinde elini havaya kaldırmış ve atağa kalkmayı bekleyen garsonu yanına çağırmıştı. Hoseok cebindeki sigara kutusunu çıkarmış, masadaki arabasının anahtarının yanına bırakmıştı. "Nasılsın görüşmeyeli?" diye sormuştu.
Halihazırda yanlarında bekleyen garsona siparişi verdikten sonra cevaplamıştı onu Namjoon. "Üzerinden çok da vakit geçmedi ama hislerim baya karışık." derin bir nefes vermişti. Doğruyu söylüyordu, kimse bunun aksini iddia edemezdi.
"Gerçekten de ben de seninle aynı şeyleri hissediyorum." siparişi getiren garsona kibarca gülümsemiş; kahve fincanını önüne doğru çekmişti. Doğrusu o da ne hissedeceğini bilmiyordu.
Namjoon kafasını hafifçe sola doğru yatırmış ve fincanının üzerinde oluşan köpüklere bakıyordu. Henüz daha saatler geçmişti ama Taehyung'dan hala bir haber gelmemesini iyiye mi bağlamalıydı yoksa kötüye mi emin olamıyordu.
"Şimdiye kadar çoktan çıkıp gelmesi gerekmez miydi? Ben yapamıyorum; başlarım işinize gücünüze diyerek" zarif parmakları ile kafenin kapısını göstermiş ve devam etmişti. "Şu kapıdan içeriye hışımla girmesi beklenmez miydi?"
Namjoon derin bir nefes almıştı konuşmaya başlamadan önce. "Dostum biraz abartmıyor musun? Taehyung sandığın kadar kolay pes edebilecek biri değil. Gerçi bunu en yakın arkadaşı olarak senin bilmen gerekmiyor mu?"
Hoseok şaşırmış bir şekilde bakıyordu arkadaşına. O herkesin birbiri ile yakın olduğunu zannediyordu. Öyle değil miydi? "Anlamadım. Neyi tartışmaya başlıyoruz ki? Taehyung benim olduğu kadar senin de arkadaşın. Ben onun için ne kadar endişe ediyorsam senin de o kadar endişe etmeni beklerim doğrusu. Ben de en az senin kadar onun iyiliğini düşünüyorum."
Namjoon dudaklarını yalamış ve masada ön tarafa doğru uzanmıştı. "O zaman buna göre davranın. Taehyung bir yetişkin. Onun arkasını bu kadar topluyor olmanız sadece ona kötülük ediyor. Herkes bir şekilde hayatını kazanıyor. İster para temelden gelsin ister gelmesin. Burada iki örnek olarak karşılıklı oturuyoruz Hoseok. Bırakın artık peşini ve kendi haline bırakın biraz. Tek isteğim bu."
"Buraya yine her zamanki tartışmaları yaşamaya gelmedim Namjoon. Lütfen yanlış anlama. Ben de senin gibi düşünüyorum. Milletin üzerinden geçinmesi normal değildi. Ama bugün onun hayatındaki ilk günü. Gerçek anlamda ilk gün. Bu anlamda endişe etmem gayet normal. Ayrıca başka sebeplerim de var." dediğinde gözlerini Namjoon'un gözlerinden ayırmıştı.
Namjoon biraz şaşkındı. Ne olabilirdi ki başka sebepleri? "Anlayamadım."
Hoseok anlatıp anlatmama konusunda gelip gidiyordu. "Babasının evindeki akşam yemeğine katılmak durumunda kaldım. Ailenin diğer ferdiyle de tanışma fırsatı buldum. Dostum, herif tam pisliğin teki gibi görünüyor. Onu görünce nedensizce Taehyung'a kalbim acımaya başladı. Ona içinizde en çok kızan benken bir de."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VIRAHA
FanfictionHep mi uzak mutluluk yoksa bir elin parmak ucu kadar yakın mı? Peki ya intikam? Soğuk mu yeniyor yoksa her lokmada daha çok mu can yakıyor? Oturduğu yerden kalktı. Karnına giren krambı umursamadı. Vücudu hala çalışıyordu. Şaşkındı ama hala iş görüyo...