Sabah yağmur bulutları karşılamıştı gökyüzünü. Yine karanlık bulutlar süslüyordu gökyüzünü. Tonlarca ağırlığındaki su kütlesini yeryüzüne bırakmak için uygun zamanı arıyor gibiydi. Okyanus yine coşku ile dalgalanıyor, karanlıklara vuran dalga sesleri kasabanın iç sokaklarına kadar uzanıyordu. Saatler sabahın dokuzunu göstermesine karşın, güneşin yokluğu ile daha erken bir saatmiş gibi kandırıyordu kasabalıları.
Bulundukları odanın havası oldukça temizdi. Duvarlar beyaz, tavan ahşaptan oluşuyordu. Tavan alçak ama oldukça havadar bir yerdi. Tavanda boylu boyunca uzanan floresan aydınlatıyordu küçük odayı. Yere serdikleri yatak, aşağıdan gelen merkezi ısıtma ile yayılan sıcaklığı içine hapsetmişti. Normal şartlarda kimsenin bu yataktan çıkmaya niyeti olmazdı fakat şartlar hiç de normal değildi. Bu yüzden olabildiğince huzursuz bir şekilde açmıştı gözlerini.
Odanın önünde bulunan küçük verandaya doğru baktığında, ayaklarının altında yatan kasabayı gözleri ile çok net görebiliyordu. Sokak lambalarının ışıkları henüz sönmüş olmasına karşın sokaklar hala aydınlık değildi. Buradan bakıldığında hava ile birleşen karanlık sokaklar oldukça ürkütücü görünüyordu.
Jungkook içeriye giren Yoongi'ye çevirdi bakışlarını. Elindeki diş fırçasının suyunu elindeki temiz peçete ile alan Yoongi, kaşlarını kaldırmış ona ne var dercesine bakarak yanıt vermişti. Jungkook ise gözlerini devirerek yeniden önüne çevirmişti bakışlarını.
Aklını bir türlü toparlayamıyordu. Aklı birkaç gün öncesinde odanın ortasında öylece bıraktığı arkadaşındaydı. Üzerinden birkaç gün geçmesine rağmen onu görmeyi deli gibi istiyordu. Onu merak ediyor, ondan haber almak için Seohyun'un bir an önce mesaisinin başlayacağı saati bekliyordu.
Arkadaşını aramadan bir gün bile geçirdiğini hatırlamıyordu Jungkook. İşler bu boyuta geldiğinde aramaları daha sık bir hale gelmişti. Gün içersinde ne yaptığını merak ediyor, herhangi bir ihtiyacı var mı diye sürekli etrafında pervane oluyordu. Ama şimdi ne sesini duymuştu ne de ondan bir haber almıştı. Oldukça meraklıydı.
Jungkook her ne kadar yaptığı şeyi canı gönülden istemese de bunu yapması gerektiğinin farkındaydı. Yoongi'nin inanılmaz ısrarı ve düzelme ışığının küçücük bir parçası olmasaydı asla ve katiyyen böyle bir şeye kalkışmazdı. Yaptığı şeyi kesinlikle tasvip etmese de bunu yapması gerekiyordu. Bu ansız gelen ayrılık Seokjin'i ya uçurumdan aşağıya itecekti ya da o uçurumdan çekip çıkaracaktı. Jungkook ikinci ihtimalin hayat bulması için dua ediyordu.
Bileğindeki saatin siyah kordonu ile oynarken Yoongi'nin seslenmesi ile düşünceleri arasından uyanmıştı Jungkook. Kafasını arkaya çevirmiş ve arkadaşına bakmaya başlamıştı. "Bana mı seslendin?"
"Evet, günaydın diyorum, günaydın. Sen de pek aymış gibi değil orası ayrı konu ama sorun ne?" Üzerindeki kıyafetleri değiştiren Yoongi anlaşılan bugün burada olmayacaktı. Resmî kıyafetler çantadan dışarıya çıktığına göre çalışmaya gitmesi gerekiyordu.
"Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?" Diye soran Jungkook'un kaşları çatık, sesi kalın ve gözleri kısıktı.
"Rahat olduğumu da nerden çıkardın?" Diye soran Yoongi'nin de kaşları çatık bir hal almıştı.
"Acaba nerden çıkardım? Kıçımdan?!" Yoongi genel olarak rahat ve sakin bir yapıya sahipti. Ama bu hali Jungkook'u çoğu zaman çileden çıkartıyordu.
Yüzünü iğrenir bir ifadeye sokan Yoongi konuştu. "Hiç komik değil." Küçük valizinin fermuarını çekerken yeniden konuşmuştu. Bu sefer ciddi bir ifade vardı suratında. "Birinin ortalığı toplaması gerekiyor. Bu kişi tahmin edelim kim? Ben!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VIRAHA
FanfictionHep mi uzak mutluluk yoksa bir elin parmak ucu kadar yakın mı? Peki ya intikam? Soğuk mu yeniyor yoksa her lokmada daha çok mu can yakıyor? Oturduğu yerden kalktı. Karnına giren krambı umursamadı. Vücudu hala çalışıyordu. Şaşkındı ama hala iş görüyo...