Gün öğleye doğru çalarken güneş hafif hafif bulutların arkasına saklanmaya başlamıştı. Yağmur vardı bugün de belliydi. Yağmur yine şehrin üzerine yosun kokusunu getirecek gibiydi. Bahçede son kalan güneşin kırıntılarının keyfini sürenler için bu anlar çok değerliydi.
Siyah saçları kaşlarının üzerine dökülen Seokjin kahvaltısını yapmış gözlerini ufuk çizgisine dikmişti. Bulutların gökyüzünü kapatmaya başlaması ile ufaktan rüzgarda dalgalanmaya başlamıştı. Gözleri ile izlediği okyanus da yavaş yavaş dalgalanmaya başlamıştı. Küçük küçük gelgitler kıyılara sakin bir şekilde çarpıyordu.
Derin bir nefes verdi. Eline tutuşturulan papatya çayından yükselen koku burnuna dolarken yaşadığı hayattan memnun olması gerekiyor gibiydi. İşi yok gücü yok, tüm gününü evde geçiriyordu. Ne istiyorsa elinin altında hazır bir şekilde hemen beliriveriyordu. Bazıları ona özenebilirdi ama bilmiyorlardı ki özlemin ne kadar büyük olduğunu.
Özlüyordu Seokjin. Okyanusu özlüyordu. Uykularında ciğerlerine dolan tuzlu sudan ölesiye korkuyordu şimdi. Ama korkmamayı özlüyordu Seokjin. Tuzlu suyun kokusunu ciğerlerinde hissetmeyi özlüyordu.
Sahilin kenarında yer alan koca taşlara oturup bacaklarını sallandırmayı özlüyordu. Küçük damlaların ayakkabılarına gelmesini ve ayaklarının ıslandığını hissetmesini özlüyordu. Suyun nasıl soğuk olduğunu hissetmeyi özlüyordu.
Gözlerini ufuk çizgisinden çekti. Ayaklarına indirdi. Yaptığı bir hata ile geldiği duruma baktı. Şimdi hiçbir şey hissetmiyordu. Ne bir sıcaklık ne de bir soğukluk. Oysa yanması gerekiyordu güneşin vurduğu battaniyenin altındaki bacakları. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes daha çekti.
Hayatta olduğunu asla fark edemediğimiz ama şükretmemiz gerektiği bir sürü durum vardı. Bir otobüse binmek, otobüs kaçarken arkasından yetişmeye çalışırken koşmak, çözülen ayakkabı bağcıklarını yere eğilip bağlamak, yeni ve güzel ayakkabıları denemek; ne çok özlenmişti.
Elleri saçları arasında olan Yoongi arkadaşına baktı. Derin bir iç çekti. Seokjin böyle olmayı hak etmiyordu. Her daim hayat dolu olan arkadaşı şimdi ellere muhtaç bir şekilde hayatının son bulmasını bekliyordu. Umudu olmayanlara umut dağıtan arkadaşı şimdi umudu olanların umudunu söküp atıyordu. İçinde yanan ateş öyle bir sönmüştü ki, Yoongi onu hayata geri döndürmenin ne kadar zor olduğunu biliyordu. Bir umut daha vardı. Vardı ama Seokjin'in bu sefer hayal kırıklığı yaşamaya canı yoktu.
Kazanın üzerinden toplamda dört yıl geçmişti. Üniversitenin son senesinde hayatlarına mal olan kaza gerçekleşmişti. Kaza gözüyle bakıyordu buna Yoongi. Seokjin'in Taehyung ile karşılaşması kazadan başka bir şey değildi çünkü. Eğer o buluşmaya geç kalmamış olsaydı, Seokjin şu an bu halde olmayabilirdi. İhtimaller öyle yoğun öyle çoktu ki hangi birini düşüneceğine şaşırmıştı Yoongi.
''Hava soğudu. İçeriye girmek ister misin?" diye sordu ürkek bir sesle. Hafta sonu gelmiş ve bu hafta sonu ile ilgili bir sürü planlar yapılmıştı. Ama hayat planların üzerinde olan bir şeydi.
Seokjin kahvaltılıkların toplandığı masaya uzandı ve elindeki porselen bardağı bıraktı. Elini akülü sandalyenin kontrol kumandası üzerine götürdü. "Sandığınız kadar kötü değilim. İstersem gidebilirim." Dedi tüm soğukluğunu koruyarak. Amacı etrafındaki insanların kalbini kırmak değildi. O sadece kendisine bağlı kalsınlar istemiyordu. Arkadaşlarının artık kendi hayatlarını yaşamaya başlaması gerekiyordu.
"Biliyorum gidebileceğini. Ben sadece üşümeye başladığını düşünmüştüm. Boynundaki tüyler diken diken oldu." Dedi hafif bir gülümseme ile. Aklı bir yandan evdeki Jungkook'da iken bir yandan burada yalnız kalmaması gereken Seokjin'deydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VIRAHA
FanfictionHep mi uzak mutluluk yoksa bir elin parmak ucu kadar yakın mı? Peki ya intikam? Soğuk mu yeniyor yoksa her lokmada daha çok mu can yakıyor? Oturduğu yerden kalktı. Karnına giren krambı umursamadı. Vücudu hala çalışıyordu. Şaşkındı ama hala iş görüyo...