Üçüncü bir isim daha dökülmüştü Namjoon'un dudaklarından. Sonunda kendisini çözen adama bakıyordu. Bileklerinin bağlandığı yerlere bakıyordu. Gergin ipler yüzünden oldukça kızarmıştı bilekleri. Omuzları uzun zamandır burada oturmanın verdiği etki ile kasılmıştı. Beli de aşırı feci bir şekilde ağrıyordu. Bu etkinin geçmesi için sağlam bir masaja ihtiyacı vardı. Bu işin içinden çıkar çıkmaz hemen kendisini bir mekana atacak ve tüm kemiklerinin gevşemesi için kendine bir fırsat yaratacaktı. Ama önünde çözmesi gereken çok daha büyük sorunlar vardı. Hepsi ile tek tek başa çıkmadan bu hayalini gerçekleştirmek pek mümkün görünmüyordu.
Oturduğu sandalyenin üzerinden kollarını uzunca havaya doğru kaldırdı. Uzunca esnedi tavana doğru. Kemiklerinden gelen çıtırtı sesleri kulağına dolsa da kendini mutlu sayabilirdi. Sonuçta artık bu sandalyenin üzerinde oturmak zorunda değildi. Arkadaşlarının gözlerinde, her ne kadar arkadaş denebilirse artık, o ilk anlardaki siniri görmüyordu. Herkes biraz daha sakinleşmiş, herkes biraz daha mantıklı olmayı öğrenebilmişti. Zaman ne garip bir şeydi. Ama baktığı gözlerle hayal kırıklığı çok net bir şekilde açıktı. Bu sinirden çok daha canını yakan bir duyguydu. Namjoon onların hayal kırıklığına uğrayacağını biliyordu. Elbet hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmazdı. Gerçeklerin bir gün gün yüzüne çıkmak gibi çok kötü bir huyu vardı.
Ama Namjoon'un tahmin edemediği bir şey vardı ki; onların gözlerinde gördüğü hayal kırıklığı bu kadar canını yakmamalıydı. Kendisinin kalpsiz bir insana dönüştüğünü düşünüyordu. Ama öyle değildi. Karanlıklarda, derinlerde bir yerlerde neticede o da bir insandı. Duyguları vardı. Canı yanıyordu. Ne kadar kimin canını yaktıysa misli misli ödüyordu.
"Teşekkür ederim." dedi masanın başında oturan adama.
"Teşekkür edeceğin insan ben değilim. Jimin." Diye cevap verdi Yoongi. Namjoon'u daha ne kadar süre burada bağlı bir şekilde tutabilirlerdi ki? Eninde sonunda onu elbet serbest bırakacaklardı. Mafya değillerdi. Birilerinin canını almakla uzaktan yakından alakaları yoktu. Birine sırf intikam adı altında eziyet edecek insanlardan değillerdi. Yoongi kendi adına konuşması gerekirse iyi aile terbiyesi almış, gayet düzgün bir ailede kişiliğini oturtmuştu. Gerçi son zamanlarda onları baya ihmal ettiğini kabul etmeliydi. Babasının aramalarına çoğu zaman cevap veremiyor, geri döndüğünde ise yeterli iletişimi kuramıyordu. Bir gün onları buraya yemeğe getirmek isterdi. Bir yere not etti aklında.
"Beni serbest bırakmanızı Jimin mi istedi?" diye sordu Namjoon. Oldukça şaşkındı. Jimin'in ona karşı nefret dolu olmasını bekliyordu yalan söyleyemezdi. Sonuçta şu anda hastanede olmasına sebep olan tek bir isim vardı ki; o da kendisinden başka biri değildi.
"Evet, serbestsin. İstersen şimdi buradan elini kolunu sallaya sallaya çıkabilirsin. Ne dışarıdaki adamlar sana dokunacak ne de bar kısmında oturan Jungkook. Canın ne isterse yapmaya özgürsün." Dedi Yoongi. Bu kararı destekliyor muydu, tartışılır. Namjoon'a karşı ciddi güven problemleri vardı, diğer herkeste olduğu gibi. Ama Jimin ona güvenmeyi tercih ediyordu.
"Ben, ben ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi Namjoon. O da bu durumdan dolayı şaşkınlık yaşıyordu, kabul etmeliydi. Sandalyenin üzerinden kalkmış, son bir haftadır içinde bulunduğu bu odanın içinde şimdi ayakta volta atmakla meşguldü. Bacaklarını esnetiyor, oturduğu süre boyunca ağrıyan bacaklarını gevşetiyordu.
"Uzun süre orada oturmak, belki sana yapmış olduğun şeylerin ne kadar acı bir sonla karşılaştıklarını hatırlatmakta yardımcı olmuştur. Mesela Seokjin, senin yaptıklarından sonra tam olarak bir sandalyede 5 yıl oturdu. Neredeyse Jimin'i de aynı son bekliyordu." demişti. Oturduğu koltukta öne doğru eğilmiş, kollarını ahşap masanın üzerinde birleştirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VIRAHA
FanfictionHep mi uzak mutluluk yoksa bir elin parmak ucu kadar yakın mı? Peki ya intikam? Soğuk mu yeniyor yoksa her lokmada daha çok mu can yakıyor? Oturduğu yerden kalktı. Karnına giren krambı umursamadı. Vücudu hala çalışıyordu. Şaşkındı ama hala iş görüyo...