Yemyeşil doğa karşılamıştı onları. Uzun boylu ağaçlar arasına inşa edilen bu merkez yaşam enerjisi aktarıyordu insana. Bembeyaz duvarları vardı. Uzun boylu boyunca uzanan camları vardı. Dışarıdan bakıldığında aynadan farksız gibi görünüyordu. Bu da ortama farklı bir enerji sunuyordu. Çam ağaçlarının yansıması camlardan görünüyordu. Ormandan soyutlanmış gibiydi. Camların verdiği ayna hissiyatı merkezi görünmez yapıyordu adeta. İnsan buraya yerleşmek istiyor ve ayrılmak istemiyordu. Cennetten farksız gibiydi.
Yolları taşlarla döşenmiş olmasına rağmen pürüzsüzdü. Üzerinde hareket eden tekerlerden çok hafif bir ses yayılıyordu. Kulaklara ulaşan ses hiç de rahatsız edici değildi. Tekerlekli sandalyenin kumandasında duran beyaz elini ustalıkla kullanıyor yanında yürüyenlere eşlik ediyordu Seokjin. Kendini buraya aitmiş gibi hissetmiyor, aksine oldukça yabancı duruyordu. Etrafta olan insanlar günlük hayatının aksine ona hiç bakmıyorlardı. Bu onu daha da rahatlamasını sağlıyordu. Günlük hayatında dışarıya çıktığında tüm gözler onun üzerinde oluyordu. Çoğunlukla acıyan gözlerle bakıyordu insanlar ona. Rahatsız ediciydi. Bu cidden rahatsız ediciydi. Bu bakışları yenmek Seokjin'in iki senesini almıştı. İki senenin ardından korkusunu yenebilmiş ve insan içine karışabilmişti. Burası bu yönden gayet güzel görünüyordu.
Güneş yine tam tepede siyah saçlarına yansıyordu. Siyah saçlarına gelen güneş ışınları garip bir kızıllık veriyordu. Saçları hafif esen rüzgar yüzünden dalgalanıyordu. Dalgalandıkça şampuanın kokusu yayılıyordu. Koku arkadaşlarının burnuna doluyordu. Seokjin çok güzel kokuyordu.
Kapıda onları güzel bir kadın karşılamıştı. Üzerine giydiği gri takım oldukça temiz ve özenliydi. Ceketinin ütü çizgisi günün öğle saatleri olmasına rağmen hala etkisini koruyordu. Danışman olduğunu tahmin ettikleri genç kadın onları bekleme salonuna almıştı. Lobide krem rengin hakim olduğu bir hava vardı. Koltuklar gri, önlerinde duran sehpalar metaldendi. Metal sehpanın üzerinde dergiler vardı. Seokjin'in ilgisini çekmiş olacak ki dikkatle incelemeye başlamıştı. Nedense içindeki his burayı seveceğini söylüyordu. Ve o hisse deli gibi inanmak istiyordu.
Elindeki dergi yerine geri koymuş soluna doğru çevirmişti başını. Yoongi'nin aksine Jungkook oturmamayı tercih etmişti. Ayakta etrafı inceliyor, gözleri ile buranın uygun bir yer olup olmadığını tarıyordu. Temkinliydi. Her şeye o kadar temkinli yaklaşıyordu ki Seokjin ona bakınca bile anlıyordu bunu. Jungkook özellikle Seokjin bu hale geldikten sonra böyle bir insan olmuştu. Daha öncesinde böyle biri değildi. Her zaman çok enerjik, her zaman etrafına neşe saçan biri olmuştu ama şimdi korumacı biri haline dönüşmüştü. Seokjin yemeden önce yiyordu. Kalitesine bakıyor ondan sonra ona ikram ediyordu. Lezzetli değilse lezzetli olan şeyi buluncaya kadar deniyordu. Kıyafet aldıkları zaman menşeine kadar bakıyordu. Neyden üretilmiş, nerede üretilmiş bakıyordu. Güvenli olduğuna emin olduktan sonra alıyordu. Jungkook onu koruyan taraf olmuştu. Seokjin şu an o kadar çok istiyordu ki onun eski haline dönmesini bunu tarif edemiyordu.
"Endişelenme artık. İyi olacak." Dedi kısık sesi ile. Kaşlarını endişe ile çatmış arkadaşına bakıyordu.
Derin bir nefes veren Jungkook bir iki adım sonra Seokjin'in önüne gelmişti. Önünde diz çökmüş ve soğuk ellerini ellerinin arasına almıştı. "Elbette iyi olacak. Kafayı mı yedin? İyi olmama gibi bir şansı var mı? Hem de ben buradayken?" hafifçe gülümsemiş ve göz kırpmıştı.
Seokjin hafifçe gülümsemiş ve kafasını olumlu anlamda sallamıştı. "Hayır, yok."
"Doktor Bey sizi birazdan alacak. Sizi almadan önce bir şeyler içmek ister misiniz?" Diye sordu aynı gri takımlı olan genç kadın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VIRAHA
FanfictionHep mi uzak mutluluk yoksa bir elin parmak ucu kadar yakın mı? Peki ya intikam? Soğuk mu yeniyor yoksa her lokmada daha çok mu can yakıyor? Oturduğu yerden kalktı. Karnına giren krambı umursamadı. Vücudu hala çalışıyordu. Şaşkındı ama hala iş görüyo...