Namjoon, Hoseok'un odasındaydı. Deri koltuğa uzanmış sol kolunu gözleri üzerine kapatmıştı. Biraz dinlenmeye çalışıyordu. Kaç saat boyunca bar kısmında çalıştığını hatırlamıyordu. Gece başladığında insanlar birer, birer gelmeye başladıklarında biraz ortaya çıkıp birkaç işin ucundan tutmak istemişti. Açıkçası memnundu bu durumdan. Serbest bırakılmıştı. Gidebilirsin denilmişti. Ama gitmek yerine kalmayı tercih etmişti. Kaçmak yerine burada kalıp bir şeylerin ucundan tutmayı tercih etmişti. Belki bu sayede kendini affettirebilirdi.
Kafasının içinde pişmanlıklar doluydu. Pişmanlığını belli etmek istercesine davranıyordu. Çok fazla ortalıklarda görünmemeye çalışıyor, kimsenin kuyruğuna basmamaya çalışıyordu. Bir şey lazım olduğunda gerekli olanı yerine getirmek için hazır ve nazır bir şekilde bekliyordu. Şu anki olduğu halden memnundu. Yalan söyleyemezdi.
Eskiden bir şeyleri gizlemenin verdiği yükten dolayı sürekli kendini yorgun hissederdi ama şimdi ne kadar çalışırsa çalışsın o yorgunluk sanki uçup gitmişti. Bekli de bu hafifliğin nedeni vicdani olarak biraz daha rahata ermesinden kaynaklıydı bilmiyordu. Jimin'in iyi olduğunu öğrenmek, Seokjin'in artık tekerlekli sandalyeye muhtaç olmadığını bilmek bir nevi ona gaz veriyordu.
Aslında kendi düşmanının kendisi olduğunu kavramıştı. Bir insanın kendisine yaptığı kötülüğü kimse yapamıyordu. Namjoon da bu anlamda işe kendisinden özür dileyerek başlamıştı. İlk önce kendisi ile barışmış, ardından diğerleri ile barışmak için kolları sıvamıştı. O da Kangjoon'u bitirmek için elinden gelenin en iyisini yapmak için uğraşıyordu. Bu güne kadar diğerlerinden hiçbir bilgiyi saklamamış, her şeyi açık bir şekilde dile getirmişti. Gerçi haberlerde gördüğü isimler korkmasına neden oluyordu yalan söyleyemezdi. Bunu hangisinin yaptığını bilmiyordu ama düşündükçe delirecek gibi hissediyordu. Birilerinin organlarını koparıp ellerine vermesi mi? Kim bu kadar gözü kara olabilirdi? O gözü dönmüş agresif Jungkook mu? Yoksa kalbi de gözleri kadar kararan Taehyung mu? Emin değildi. Ama tabi ki kimsenin ismini verecek değildi.
"Yoruldun mu?" diye sordu içeriye giren Hoseok. Kendisi ile hala konuştuğu için minnettardı.
"Pek değil. Hala yapılacak bir şey varsa, kalkayım istersen?" demişti. Uzandığı yerden doğrulmuştu.
"Yok, teşekkür ederiz, yoğunluk azaldı." Hoseok kendi masasına geçmiş ellerini masanın üzerinde birleştirmişti. "Bir şey merak ediyorum."
Namjoon ona devam etmesi gerektiği söyler gibi salladı kafasını.
Hoseok yeniden konuştu. "Sana gidebilirsin dediğimiz halde burada kalmayı tercih etmenin nedeni ne? Her gün akşam haberlerine konu olan adamlardan biri olmamak için mi?"
Namjoon gözlerini devirmek istedi. Ama tabi ki bunu yapacak değildi. Hem de araları yeni yeni düzelmeye başlıyorken. "Hayır, tanrım, hayır tabi ki de. Kendimi onlardan biri olarak görmüş olsaydım elbette korkardım. Ama ben korkmuyorum. Sizden korkmuyorum. Size güveniyorum." Demişti.
Hoseok dudaklarını birbirine bastırdı. "Keşke biz de sana yeniden güvenebilseydik." Dedi. hayal kırıklığı resmen sesine yansımıştı. Namjoon bunu çok net algılıyordu. Hoseok'a ne zaman baksa gözlerinin içinde mutlaka bir ışık olurdu. Ama o ışık sanki çok önce kaybolmuştu ona bakarken eskiden aldığı sıcaklığı şimdi alamıyordu. Yaptıklarından deli gibi pişmandı.
"Bana güvenmediğinizi biliyorum. Sebebini anlamak zor olmasa gerek. Ne yapabilirim? Elimden bana güvenmeniz için başka bir şey gelmiyor. Eskiden baktığınız gibi bakmıyorsunuz bana." Demişti. Gözlerine dolan yaşları geri göndermek adına önüne çevirmişti bakışlarını.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VIRAHA
FanfictionHep mi uzak mutluluk yoksa bir elin parmak ucu kadar yakın mı? Peki ya intikam? Soğuk mu yeniyor yoksa her lokmada daha çok mu can yakıyor? Oturduğu yerden kalktı. Karnına giren krambı umursamadı. Vücudu hala çalışıyordu. Şaşkındı ama hala iş görüyo...