Multimedya Jane. Hepinize iyi okumalar dilerim.:)
Ulaşım için;
ask.fm: standros
tumblr:goddessofredwine
-
Kalbim, tüm sessizlik katmanlarını yırtacak bir hızda atıyordu. Yüzüme düşen saçlarımı, geriye doğru ittikten sonra hançerimi yere fırlattım. Adını bile bilmediğim savaşçıların kanı, hançerin metal kısmını kaplamıştı. Kan parçacıkları, tırnaklarımın içine kadar yerleşmişti. Bileklerimin ve kalbimin acısı çoktan gitmişti. Sadece şaşkındım, belki de kırgın. Kronos, bana karşı çok iyi davranmıştı. Beni seviyor olabilirdi fakat bu, biraz garip kaçardı. Hades'in, bana düşman olması gerekirken beni korumaya çalışmıştı.
''Pekâlâ, bir anlaşmaya varacağız.''dedi Zeus. Herkes, söyleyeceklerini bekliyormuş gibi rahatlamış gibi nefes aldı. On iki Olimpos'lu tahtlarına yerleşti, Eros'ta odadan çıktı. Cezasını bekleyen suçlular gibi, salonun ortasında dikilmiştim.
''Sana hâlâ güvenmiyorum, tehlikeli olabilirsin. Güvenimizi kazanman için uğraşman gerekecek fakat bu süre içinde, seni korumamız altına alıyorum. Hiçbir savaşçı veya bizim tarafımızdan olan kişi, sana dokunamayacak.''dedi Zeus.
Tanrıçalar aşkına, ahşaptan yapılmış bol işlemeli tahtları umurumda bile değildi. Bunu kaç bin defa söylemem gerekiyordu? Doğrusunu söylemek gerekirse ne Zeus ne de diğerlerini de umursamıyordum. Kendimi, ona kanıtlamak zorunda değildim. Beni zorlarsa, en büyük Tanrı olduğunu bildiğim halde bile ona karşı gelebilirdim.
Güçsüz olsaydım, öleceğimi bilseydim bile yapardım. Herkes, doğru bulduğu inancın peşinden gitmeliydi. Başkalarının gölgelerinde değil, kendi fikirlerimizin aydınlığında yaşamalıydık. Bilek gücünden veya doğaüstü güçten daha üstün olan tek şey, aklın gücüydü.
''Kabulüm,''demekle yetindim. Ardından çıkabilirsin anlamında bir işaret yaptı, arkama dâhil bakmadan çıkış kapısına doğru ilerledim ve kapıyı, arkamdan sertçe kapattım.
Temiz havayı, ciğerlerimin derinliklerine kadar çektim. Boğuluyor gibi hissediyordum fakat güçlüymüş gibi davranmak zorundaydım. İleride ki çimenliğe doğru ilerledim ve çimenlerin üzerine oturdum. Parmaklarımı, toprağın üzerine koyup bir süre bekledim. Bazı inanışlara göre, toprak tüm öfke ve sinirimizi alabiliyordu. Eğer bende ki öfkeyi alırsa büyük ihtimalle canlanır ve Zeus'u döverdi.
Gözlerimi, maviliğe boğulmuş gökyüzüne doğru çevirdim. Türünü bilmediğim rengârenk kuşlar, gökyüzünün maviliğine kanatlarını çırpıyordular. Kuşlar, bizlerden çok daha özgürdü. Biz, özgürlüğü üstün güçler tarafından esir alınmış kişilerdik. Bir kelebek olarak dünyaya gelmeyi tercih ederdim fakat büyük ihtimalle kanatlarımı açtığım gün, yağmurlu bir güne denk gelirdi.
Etrafımda ki ağaçlara doğru bakındım, her birinin yaprakları farklı renklerdeydi. Bir tanesi yemyeşilken, diğeri masmavi bir ağaçtı. Her türden çiçek, özenlice dekor edilmişti. Hava ne sıcaktı ne de soğuk. Gökyüzünün mavi katmanlarının arasında kocaman bir gökkuşağı vardı, masallardan fırlamış bir yerde gibiydim.
Ayakkabılarımı çıkarttım ve bir kenara koydum. Tenim, toprakla buluştuğu anda yeniden nefes aldığımı hissettim. Arkama doğru baktığımda, az önce çıktığım odanın gözükmediğini fark ettim. Büyü yoluyla gizlemişlerdi, mantıklıydı. Olimpos'a her an saldırı düzenlenebilirdi, görülmeyen bir şeyi hedef almaları saçma olurdu.
Ön tarafa doğru ilerlemeye devam ettim, her bir Tanrı ve Tanrıça'nın kendine özel tapınakları vardı. Onlara özel semboller ve renklerle kuşatılmışlardı. Olimpos halkı, haftanın bir günü tapınakları ziyaret edip Tanrı ve Tanrıçalara iyi dileklerini sunmak zorundaydı. Tapınaklar, Tanrıların yaşadıkları yerdi. Üst katları, savaşçılar tarafından korunuyordu. Büyüyle yapıldıkları için savaşlarda bile yıkılmıyorlardı. Ancak bir Tanrı veya Tanrıça, diğerlerine ihanet ederse oy birliğiyle tapınağını yıkabilirlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Tanrıça|BİTTİ
FantasyTanrıça Serisi-1, devamı Buzdan Cehennem'de. Avcı ve element kullanıcıları olmak üzere ikiye ayrılıyorduk. Ben ikisine de dahil olamıyordum çünkü avcıların aksine bir element kullanabiliyordum ; Ruh. Element kullanıcılarına dahil olamayacak kadar h...