14.Bölüm:"Aydınlıkta ki Karanlık"

54.2K 3.4K 442
                                    

Bir çoğunuzun, ruh eşinin değişmesini beklediğini biliyorum. Poseidon, Ares ve Hades her zaman favorilerim olmuştur. Ares ile Athena'yı kendimce yakıştırıyorum. Hades ve Persephone ile ilgili zaten bir hikaye yazıyorum. İki tane Hades hikayesini yazmak biraz garip kaçar. Bu yüzden tıpkı eskiden olduğu gibi Poseidon olarak devam edecek fakat bu sefer, mutlu sonla biteceğinin garantisini veremem. Aşklar değişecek, Poseidon'la ruh eşi olması onunla birlikte olacağı anlamına gelmez.

Multimedya güç kullanırken olan göz renginin temsili bir resmi.:D

-

Herkesin, hayatında bir dönüm noktası olurdu. O noktadan itibaren hayatınız, ikiye ayrılırdı. Öncesi ve sonrası olmak üzere. Ben şu an, tam o noktanın üzerindeydim. Bir adım daha ilerlersem kendi miladımı yaşayacaktım fakat geriye doğru gidersem, geçmişimde kaybolacaktım.  Aslına bakarsak her şey, ince bir noktadan ibaretti. Hayat ve ölüm, aşk ve nefret, bugün ve yarın. Benim bulunduğum nokta, bunlara göre biraz daha özeldi. Ondan öncesi ve sonrası. Hayatımın, bundan sonra ki özeti kesinlikle böyle olacaktı.

Aşkın tanımı, herkese göre farklıydı. İnsanların tek bir duyguyu, binlerce şiirin satırlarına sığdırması bu yüzden olsa gerek. Şu an hissettiğime aşk diyemezdim fakat beğenmeyle sınırlı kalamayacak kadar güçlü duygulardı. Daha önce varlığından soyutlandığım binlerce duygu, kozasından çıkmış bir kelebek misali kanatlarını, kızıl gökyüzünde çarpıyordu. Her kanat çırpışında, kalbimde hoş bir sızının filizlenmesine sebep oluyordu.

"Pekâlâ Nora, bir şey hissediyor musun?"diye sordu Hera.

Birden çok şey hissediyordum fakat bunu, onlara söylemeye niyetim yoktu.

"Hayır, eskisi gibiyim."diye mırıldandım güçlükle. Meraklı bakışlarının, vücudumun üzerinde ki baskısı daha da artmıştı.

Hiçbir şeyden emin değildim. Poseidon, karanlığın ortasında yanan bir ateşin, sıcaklığı ve aydınlığıyla, kalbime sunulmuştu. Onu, daha öncede beğeniyordum. Hissettiklerimin karşılıklı olmamasından, henüz ruh eşimle tanışmamış olmaktan korkuyordum. Korkular, kişiye özel kalmalıydı. Onların bilmesine gerek yoktu.

"Bundan sonra ki dersin Apollon ile olacak. Bir hafta boyunca onunla devam edeceksin."dedi Zeus, bariton sesiyle birlikte. O konuştukça, ben küçülüyordum. Elimden gelse en ufak parçama kadar bölünür ve bir daha doğmamayı dilerdim.

Elini 'git,' anlamında salladığında hiçbir şey söylemeden odadan çıktım. Bahçede satirler dışında kimse yoktu, büyük ihtimalle dövüş salonunda olmalıydılar. Burada ki hayatta, akademide ki gibiydi. Herkesin, sorumluluğu vardı. Sorumluluklarımızdan, yaşamaya zaman kalmıyordu.

Yapılacak bir şey olmadığını fark ettiğimde ormanın iç kesimine doğru yürümeye başladım. Rüzgârın etkisinde kalan yaprakların melodisine, kuşlar eşlik ediyordu. Bir çeşit senfoni gibiydi fakat daha önce duyduklarımdan binlerce kat daha güzeldi. Islık çalarak kuşlara eşlik etmeye başladım, birazda olsa rahatlamıştım. Tek katlı rengârenk evler, seyrekleşmeye başladığında ormanın giriş sınırına gelmiştim. İçimden bir ses, ormanın içinde neler olduğunu bilmediğim için gitmememi söylese de ben, gitmemi söyleyen ikinci sese kulak astım ve ormanın sınırını aşarak, derinliklerine doğru yürümeye başladım.

Ağaçlar gürleşmişti, toprakların hepsine bitkiler yayılmıştı. Nanenin keskin kokusu, tüm ormana hâkim olmuştu. Sesinden anlayabildiğim kadarıyla ileride bir şelale vardı. Sesin geldiği yere doğru ilerlemeye devam ettim. Düz bir alana vardığımda şaşkınlıkla karşımda ki sembole doğru baktım. Dört elementin simgesi de toprağın üzerine kanı anımsatan bir sıvıyla işlenmişti. O bölgede, çimen dâhil yoktu. İlerisindeyse bir uçurum vardı, yaşayan her şey tarafından terk edilmiş gibiydi.

Bir kadın sesi, rüzgâr eşliğinde kulaklarıma doğru fısıldadı."Sonunda geldin,"

Tedirginlikle arkama doğru baktım, kimse yoktu. Sesinin yankısı, uçurumun derinliklerinden tekrardan kulağıma ulaştı. Savunma pozisyonuna geçtim ve gelen kişiyi beklemeye başladım.

"Kimsin? Göster kendini,"dediğimde hoş bir kıkırtı sesi, havaya yayıldı.

Beyaz ışıkların arasından güçlükle seçebildiğim bir kadın, bana doğru yaklaştı. Sarı saçları, ayın ışıklarını benliğine esir etmiş gibi parlıyordu. Zümrüt yeşili gözleri, beyaza yakın kirpikleriyle çevrelenmişti. Yaşayan birine göre fazla soluk bir teni vardı. Su dalgasını anımsatan bir şekle sahip olan saçları, beline kadar uzanıyordu. Kan kırmızısı, dolgun dudaklara ve fazlasıyla simetrik bir burna sahipti. Fıstık yeşili elbisesi, vücudunu mükemmel bir şekilde sarmıştı. Yüzük parmağında, beyaz bir taşın içine hapis edilmiş Gardenya vardı. Kalbinden geldiğini varsaydığım beyazın birkaç ton koyu renginde ki ağaç sarmaşıkları dövmesi, şahdamarının üzerinde bitiyordu.

"Adım Serena, bu ormanın koruyucusuyum. Orman, 4 element tarafından kutsandı fakat son zamanlarda korunma duvarları birer birer etkisiz hâle getiriliyor. Ateş elementinin koruduğu bölüm yıkıldı, Gece'nin Yaratıkları ormanın ruhunu öldürüyor."

"Peki, yardım edebileceğim bir şey var mı?"

"Bize yardım edebilecek tek kişi sensin. 5 elementi de kullanabiliyorsun, korunma duvarlarını yenileyip ruhun özünü de çembere dâhil edersen, sınırlarımız asla aşamazlar.

"Bunu nasıl yapacağım, her şeyden öte sana neden güveneyim?"

"Benimle gel,"dedikten sonra sağ tarafta ki patikaya doğru ilerlemeye başladı. Peşinden gitmeden önce bir dalı kırarak keskin bölgesini sıkıca kavradım. Geldiğimiz yerde kocaman bir ağaç vardı, milyonlar yaşında gibiydi. Bu ağacın renkleri, diğerlerine nazaran daha solgundu. Enerjisi, solgun yüzeyine göre fazla kuvvetliydi.

"Bu, ormanın ruhu. Orman perilerinin varoluş sebebi, bu ağaç. Eğer o ölürse, biz koruyucular da öleceğiz. Ona dokun, ruhunu seninle paylaşacaktır."

Ağaca doğru ilerledim ve parmaklarımı, sert yüzeyine değdirdim. Görüşüm bulanıklaşırken, enerji boyutuna geçiş yaptım. Ağacın ışıltısı, tüm ormanı aydınlatıyordu. Binlerce varolmayı bekleyen ruhu, her bir santiminde barındırıyordu. Fakat fazla darbe almıştı. Gecenin Yaratıkları, ışığını karanlığa çevirmeye çalışıyorlardı.

"Size yardım edeceğim."dedim, parmaklarımı ağaçtan çekip. Birlikte element simgelerinin kazındığı alana doğru ilerledik, bu sırada bana yapacaklarımı anlattı.

Çemberin ortasına geçtim ve altından yapılmış hançerle, avucumu kesip kanı, toprağa akıttım. Toprak,kanı hızlıca emdi ve morumsu bir ışıkla aydınlanmaya başladı. Kanımı, biraz daha akıtarak element çemberini yeniden çizdim.

"Toprak, uğruna akıttığım kanı kabul et ve bana eşlik et."dediğimde yeşil bir ışık, parmaklarımın arasından süzüldü ve gökyüzüne yansıdı.

"Su, ateş ve hava. Benim yanımda yer alın ve çemberin kalan kısmını tamamlayın."dediğimde kızıl, gri ve mavi bir ışık, yeşil ışığın yanında ki yerini aldı. Bir halkanın şekline büründüler ve iç içe geçtiler.

"Yaşamın özünü, ruhu çembere dâhil ediyorum. Çemberi sonlandır."dediğimde mor bir ışık, yukarıya doğru süzüldü. Bir ışık patlaması yaşandı, çember alevler içinde kaldı.

Alevlerin arkasından gördüğüm kişi, kesinlikle ormanın koruyucusu değildi. Gölgelerde can bulmuş, karanlığa hapsolmuş olan Gecenin Yaratıklarından biriydi.

Çemberin içinden çıkmak istesem de hapsolmuş gibiydim, bir adım bile ileriye gidemiyordum. Güneş'in yerini gecenin karanlık katmanları aldı ve binlerce yaratık, benim sayemde serbest kaldı.

"Görünüşte ki güzelliğe aldanmayacaksın. İçinde ki karanlığı görmeyi öğrenmen gerekiyor. Parıltıları fazla olan şeylerden uzak dursan iyi olur, sakladıkları tek şey sonsuz bir karanlıktır. Bizi serbest bıraktığın için teşekkürler, Ruhların Tanrıçası."

Son Tanrıça|BİTTİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin