16.Bölüm:"Rhea"

53.2K 3.5K 304
                                    




-Saki:Şarapçı demek.

-Siren: Şarkılarıyla tanınırlar. Sesleriyle, etrafındakileri büyüleyip daha sonra yerler.

-

Tüm hücrelerim, iflasın eşiğine gelmiş gibiydi. Mantıklı bir şekilde düşünemiyordum. Beynimin düşünmeye yarayan kısmı, cümleleriyle birlikte bir buz kütlesinin içine hapsedilmiş gibiydi. Buraya sonsuza kadar mahkûm olduğum gerçeğinden mi korkmam gerekiyordu yoksa onunla olduğumdan mı?

''Seni oradan çıkartacağım Aurora ama ilk önce gerçekleri görmen lazım. Uyu, güzel Aurora. Rüyalar, gerçekliğe açılan kapıların olacak.''

Bakışları, gözlerimin en derinliklerine kadar işlerken aniden gelen yorgunluk hissiyle toprağın üzerine yattım. Vücudum, demir ağırlığına ulaşmış gibiydi. Göz kapaklarım kapanırken kendimi, uykuya teslim ettim.

-

Yağmur damlalarının, zeminle buluştuğu yerlerde tok bir ses yankılanıyordu. Bir binanın, en tepesinde ki noktadaydım. Biraz daha uzansam siyah bulutlara, parmaklarımı değdirebilecekmişim gibi hissediyordum. Güçlükle yattığım yerden doğruldum ve kaymamaya özen göstererek uç noktaya kadar ilerlemeye devam ettim. Ölü bir şehir, ayaklarımın altındaydı. Kafamın içinde ki sesler, birbirlerine karışmış haldeydi. Her bir ses, bıçak darbesi gibi beynime saplanıyordu.

Neredeydim ve buraya nasıl gelmiştim?

Tüm anılarım, bulanıklaşmıştı. Neden burada olduğumu hatırlayamıyordum fakat emin olduğum tek bir şey vardı. Burası, hiçliğin merkeziydi. İleride ki demir kapıyı açtım ve her an yıkılacak potansiyele sahip merdivenlerden, yavaşça aşağıya indim. Sonda ki X işaretli kapıyı da açtıktan sonra dışarıya çıkmayı başardım. Etrafa doğru şüpheci gözlerle bakındım, herkes ölmüş olamazdı.

''Kimse var mı?''diye bağırdığımda, harabe binaların arasına gizlenmiş yaratıklar meydana çıktı. Belki bir yüzyıl kadar öncesinde insan olduklarına bahse girebilirdim. Yüzleri ve vücutları, insanı anımsatsa da daha çok mutasyona uğramış gibi duruyordular. Simsiyah gözleri, birbirlerine dikilmiş dudakları vardı. Parmakları yerine pençeler konulmuştu, metal pençeleri kan ile kaplanmıştı.

İçimden bir ses, kaçmam gerektiğini fısıldadı çünkü her geçen saniye, sayıları artıyordu. İçlerinden birisi, pençeleriyle beni gösterdiği anda üzerime doğru ilerlemeye başladılar. Koşmadan önce altlarında ki toprağı hareket ettirmeyi denedim fakat başaramadım. Başka şeyler denemek için vaktimin kalmadığını anlayınca son gücümle koşmaya başladım. Rüzgar, saçlarımı geriye doğru savururken kalbimin atış sesi, boş sokaklarda yankılanıyordu. Onlardan kurtulmak için nereye gittiğimi düşünmeden, ara sokaklara sapıyor ve kuytu bir yer arıyordum.

Birkaç tur attıktan sonra karanlık bir sokağa girdim ve duvarın dibine çökerek, derin nefesler aldım. Bu yaratıklar da nereden çıkmıştı, burada ne işim vardı?

Denizin, kıyıya çarpma sesleri bulunduğum yere kadar geliyordu. Belki oralarda bir yaşam belirtisi olabilirdi. Oturduğum yerden doğruldum ve seslerin geldiği yere doğru sessiz adımlarla ilerlemeye başladım. Siyahlığa boğulmuş denizin ne kenarında, ne de içinde kimse yoktu. Çakıl taşlarının üzerinde ki kan lekeleri, burada kötü şeylerin yaşandığının habercisiydi. Kan izlerini takip ederek ileride ki kemik yığınına doğru ilerledim. Ölümün kokusu, havaya yayılmıştı.

Ardından bir şarkı duydum, o kadar güzeldi ki kalbimin derinliklerine kadar işledi. Hayranlıkla karşımda ki kayalıklarda, oturan kıza doğru baktım. Çıkık elmacık kemikleri, kehribar rengi gözleri ve balköpüğü renginde ki saçlarıyla fazlasıyla güzeldi. Kızıl dudaklarının arasından çıkan şarkı, rüyadaymışım gibi hissetmeme sebep oluyordu. Kız, dudaklarını oynatarak 'gel,' dediğinde transa geçmiş gibi ona doğru yürümeye başladım. Kadifemsi sesi, denizin çarşaf gibi olan yüzeyini bile dalgalandırıyordu.

Son Tanrıça|BİTTİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin