DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
JACOB
"Jacob sen mi geldin?"
"Evet baba!"
Odama doğru ilerlemeye başladığımdan çıkıp benim yanıma gelen babamı gördüm.
"Hey! İyi misin evlat?"
"Baba çok yorgunum uyumak istiyorum."
"Okul Jacob. Okul!"
"Baba yapma ama tüm gece dışarıdaydım zaten."
"Evet biliyorum. Dışarıda olma nedenin için okula gitmen gerekiyor zaten."
"Belki de onun için uyumalıyımdır."
"O ne demek şimdi?"
"Gitmem gerek baba. Ness ile aramdaki bağ gün geçtikçe ona daha çok zarar veriyor."
"Jacob o defterde yazılanlar her zaman gerçeği göstermez. Büyük babanın da yanıldığı durumlar oldu. Bu bildiğimiz mühürden daha fazlası olmayabilir."
"Bilekliğini takmıyordu. Günlerdir. Ayrıca Bella ve Edward'ı yolca ettiğimiz gece benden bir şeyler sakladığından adım gibi eminim."
"Bilekliği çıkarttığına göre bildiğimiz mührün etkisi altındasınız ve bu mührün bozulmadığını gösterir. Eğer gerçek mühür olsaydı acıdan ölürdü."
"Defterde yazılanlara inanmadığını söylemiştin."
"İnanmıyorum ama teorileri değerlendirmek gerekir. Onunla konuş Jacob. Anlat ona, yoksa daha kötü şeylerle karşılaşabilirsin."
"Baba ben bir süre uzaklaşmalıyım."
"Hayır, bu sefer olmaz. Tekrar aynı şeyleri yaşayamam. Hem sen bir alfasın ve sürüne karşı sorumlulukların var."
"Tamam, Forks'da kalıyorum." Dediğimde babam odamdan çıkmak için kapıya yönelmişti. O gittikten sonra kapıyı kapatıp kilitledim. Ne yapmam gerektiğini biliyordum. Ness'e bir seçim hakkı tanımalıydım. Bu mühür saçmalığı yüzünden ikimizde ne istediğimizi bilmiyorduk. Bedenim ne kadar onun yanında olmak istese de bunu aşmak zorundaydım. Bella ile yıllar önce olanları ona nasıl anlatırdım? Daha da kötüsü bana âşık bile değildi. Bu sihri bozmalıydım. Şefin defterinde yazan saçmalık doğru bile olsa Ness bunun üstesinden gelebilecek kadar güçlü.
Hızlı adımlarla dolabımın önüne ilerledim. Koyu yeşil sırt çantamı alıp içine gerekli birkaç eşya doldurdum. Her şey hazır olduğunda derin bir nefes alıp yatağıma oturdum. Elim sarı bir zarfa çarptı. İçini açtığımda üç tane fotoğraf gözüme çarptı. Dün gece Leah'nın babam ile bana yolladığı fotoğraflarda, Renesmee ve ben vardık. İçim hüzünden parçalanmak üzereydi. Ben onu bırakıp nasıl gidecektim. Hayatımız bu kadar zor olmak zorunda mıydı? Bir an Renesmee'nin arabada acı çeken yüzü belirdi. Gittiğimi öğrendiğinde ne hissedecekti? Özlem, öfke, acı ya da hiçbir şey... Kararımı vermiştim. Gitmeliydim. Babama veda etmeden ortadan kaybolmalıydım. Eskiden olduğu gibi... dışardaki sesler tüm planlarımı alt üst ediyordu. Olanlara aldırmamaya çalıştım. Ama Rachel'ın sesi buna engel oluyordu. Sinirlenmeye başlamıştım. Alt tarafı evleniyorlardı ve bunu krize dönüştürmenin hiçbir anlamı yoktu. O an gitme fikrinin kız kardeşimi nasıl etkileyeceğini düşündüm. Ne zaman umurlarında oldum ki. Büyük aşkıyla oynamaya devam edecektir.
"Paul neden anlamıyorsun?" dedi Rachel ses tellerini inanılmaz bir titreşimle buluşturarak. Biraz daha çalışırsa evin camlarını kırabilecek desibele ulaştırabilirdi. Onu bu kadar kızdıracak ne olmuş olabilirdi ki? Artık kızmaya başlamıştım ama karışmayacağım için babama söz vermiştim. Sesimi çıkartmayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNEŞ
FantasyGüneş bedeninizi yakabilir. Peki ya ruhunuz? O da yanarsa yaşayabilir misiniz? Tüm acılar ruhunuzu acıtabilir,ama onun sizden bir farkı var. Ruhunun acısı bedenini kaplamış. Gözle görülebilir bir acı... Renesmee Carlie Cullen... Bu hikayeyi çoğumu...