Kar fırtınası şiddetini kaybetmeye başlamıştı. Karla kaplı ormanda öylece yürüyordum sadece. Boşlukta yürür gibi... Bilincimi kaybetmiştim.
Düşüncelerim bedenimdeki acının sızısını daha da arttırıyordu. Kalbimdeki şiddetli bağlılık, anne ve babamın aşkı gibi doğal değildi. Bu bizi içine alan bir sihirdi. Ne Jacob gerçekti ne de ben… birer kuklaydık ikimizde. John’un söyledikleri beynimde defalarca gök gürültüsü gibi büyük ses dalgalarıyla patladı. “Senin onu sevmediğini düşünüyor” “Senin onu sevmediğini...” Sevmediğini… Sevmek…
Jacob’ın korkularını anlamıştım. Mühürün bozulmuş olabileceğini düşündüğü için gitmişti. Peki bu gerçek miydi? Mühür beni etki alanından uzaklaştırmış olabilir miydi? John bunun mümkün olduğunu söylemişti. Eğer ben istersem Jacob hayatımdan çok uzaklarda olabilir. Acıyı dindirmenin en kısa ve etkili yolu bu olmalı. Gerçekten istiyor muydum bunu? Yönümü kalbime çevirdim. Sessizdi. Hiç olmadığı kadar sessiz. O da beni dinliyor olmalıydı. İçinde bir yerde Jacob’ı bulmayı umuyordum. Bana onun adını fısıldamasını istiyordum. Beynim buna karşı çıksa da kalbim duymak istediklerimi bana ulaştırmıştı. Küçük bir sıcaklıktı aradığım ama kalbim alevler içinde yanıyordu. Jacob kalbimin tamamını kaplamıştı. İçim yanarken, acı beni görünmezliğe iterken, ondan vazgeçmeyi düşünemezdim. Bu ölüm olurdu. Şu an sahip olduğum acı da ölümdü. Kimsenin görmediği bir acı vardı. Benim hissedebildiğim somut bir varlık gibiydi. Çözüm yoktu. Binlerce kördüğümle kaplıydım. Çözmek mümkün değildi aksine daha da karmaşık bir halde beni sımsıkı sarıyordu. Kaçmam lazımdı. Geri dönmeliydim. Portland’a…
*****
Saatlerdir karla kaplı yolda yürüyordum. Nereye gitmek istediğimden de emin değildim. Annemi aramalıydım. Onların yanında olmak acımı azaltabilirdi. Mümkün olmayacağını bilsemde tek umudum buydu. Jacob’ın geri dönmesi de işe yarardı. Gitmektense gelmesini isterdim.
Karanlık yolun kenarında küçük bir kaya parçasının üzerinde öylece oturuyordum. Beynim düşünme eylemini artık işlevli bir şekilde devam ettiremiyordu. Charlie’nin evine yakın bir yerlerdeydim. Tek düşündüğüm ailemin yanına dönmekti. Yavaşça yerimden kalktım. Beynim karar vermişti. Portland’a gidecektim. Bana yardım edebilirlerdi. O kısacık karar anında aklıma Charlie geldi. Ona veda etmeden ortadan kaybolamazdım. Elimi cebime atıp telefonumu elime aldım. Önce annemi aramalıydım. O Charlie’yi ikna ederdi. Rehbere girip numarayı buldum ve arama tuşuna bastım. Cevap veren olmadı. Tekrar denedim. Alice, Rose, Jasper… hepsini defalarca aradım. Ama kimse cevap vermedi. Umudum tükeniyordu. Tam o anda telefonum çaldı. Ekrana bakmadan cevap verdim.
“Anne?”
“Ness?” dedi endişeli bir ses. Telefonu kulağımdan çekip ekrana baktım. Arayan annem değil Charlie idi. Birkaç saniye sessizlikten sonra Charlie’nin sesi kulağıma daha da endişeli gelmeye başladı.
“Ness iyi misin?”
“Evet. Şey ben…”
“Nerdesin akşam yemeğinde evde olman gerekiyordu. Üstelik haberde vermedin.”
“Charlie eve çok yakınım gelince konuşsak.”
“Evet gelince konuşalım. Nerdeysen seni gelip alayım.”
“Gerek yok kendim gelirim.”dedim ve telefonu kapattım.
Karlı yolda yürümeye devam ettim. Charlie endişelenmişe benziyordu. Ben de öyleydim. Annem ve babama ulaşamıyordum. Başlarına bişey gelmiş olmalıydı. Charlie’ye inanacağı bir yalan bulup onları aramaya gitmeliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNEŞ
FantasyGüneş bedeninizi yakabilir. Peki ya ruhunuz? O da yanarsa yaşayabilir misiniz? Tüm acılar ruhunuzu acıtabilir,ama onun sizden bir farkı var. Ruhunun acısı bedenini kaplamış. Gözle görülebilir bir acı... Renesmee Carlie Cullen... Bu hikayeyi çoğumu...