"Ay bu gece daha çok parlıyor gibi" dedim Jacob'a doğru yürüken.
Davetin sonuna yaklaşmıştık. Tüm gece diken üstünde çadırın girişindeki konumunu bir an olsun bile terk etmemişti. Gözlerini üzerimden ayırmak ve başka yöne odaklanmak gibi bir planı hiç olmamıştı. Huzursuzluk tüm bedenini kaplarken mutlu olabileceğimiz zamanların olup olamayacağını düşünüp durmuştum. En sonunda durmam gereken yerin tam da onun yanı olduğunu anladım. Zaman bize gerekli tevazuyu göstermeyecekse, bana ait olanı elinden çekip almalıydım.
"Burada olmamalısın. Cullenların yanı daha güvenli Nessie." Dedi gözlerime yalvarırcasına bakarak.
"Hayır tam da burada olmalıyım. Her ne olacağı umrumda değil. Uzaktan bakıp zaman öldüremem. Yanında kalmak istiyorum." Dedim elini tutup onu ay ışığının altına doğru sürükleyerek.
" Fazla uzaklaşmasak daha iyi olucak."
"Bir saniyeliğine tüm olanları unutup normal bir hayatımız varmış gibi hayal kursak olmaz mı? Dalgaların sesini dinle Jacob, üzerimize dokunmaya çalışan su zerreciklerinin anlatmaya çalıştığı birşeyler var." Dedim sahilin kenarına geldiğimizde.
Yavaşça eğilip şık ama rahatsız o ayakkabılarımı çıkarttım. Arkamdan beni izleyen adamın yüzündeki gülümsemeyi hissedebiliyordum. Üzerimdeki elbisenin uyumsuzluğuna bakmadan kendimi küçük çakıl taşlarının üzerine bıraktım. Bir gölge gibi her hareketimi tekrarlayan silüetin ay ışığındaki yansıması bir kaç saniye içinde tüm gerçekliği ile yanıma uzanmıştı.
"Şu dalgaların bana söylemeyip sana anlatmaya çalıştığı şey ne peki." Dedi başını bana doğru çevirerek.
"Huzur."
"Durumumuza oldukça uygun." Dediğinde başımı omzuma yaslamıştım.
"Gözlerini kapat Jacob Black."
"O da nereden çıktı şimdi."
"Kapat ve hayal et." Dedim gülerek.
"Tamam kapattım." Dedi gülerek.
"Güneş tam tepede. Sıcak ikimizide bunaltmış. Küçük bir sahil kasabasındayız. Bir Akdeniz ülkesinin küçük bir köyü ya da ılıman bir iklime sahip ufak bir ada. Renk renk yelkenlilerin bağlı olduğu küçük bir liman. İskeleye gitmek üzere beyaz tek katlı evimizin kapısından çıkıyoruz. Bahçedeki bir sürü limon ağacının ve irili ufaklı begonvillerin arasından geçip taşlı yola adım atıyoruz. Yanına geldiğim anda elimi tutuyorsun ve dar sokaklardan denize ulaşmak için hafifçe rüzgarı hissederek yürümeye başlıyoruz. Limana geldiğimizde beyaz yelkenlimizin bağlı olduğu yere doğru yöneliyoruz. Sen ipleri çözerken ben içeri giriyorum. Rüzgar biraz daha artmaya başlıyor ve sen dümenin başında yelkene yön verirken, denizin tuzlu esintisi benim kollarıma vuruyor. Dalgalanan denizin ortasında bir sağa bir sola yatan tekne, Güneş'in parıltıları altında maviliklerde süzülüyor. En sonunda o cennete varıyoruz. Kimsenin bilmediği yemyeşil ağaçlarla bezenmiş masmavi suyun tam ortasında saf güzelliği ile büyüleyen o bakir koya ulaşıyoruz. Sakin, huzur dolu koyda güneşin sıcağından berrak suya bırakıyoruz kendimizi. Sadece sen ve ben. Birde sesini yaprakların dansıyla duyduğumuz o rüzgar. Herşeyden uzakta denizin tam ortasında sadece ikimiz. Yıldızlar çıkana kadar yeşillerin arasında geziniyoruz. Akşam olup gökyüzündeki yıldızlar denize kavuştuğunda bir dolunay selamlıyor bizi. Biraz ürpertiyle sokuluyorum sana. Yelkenlinin ön kısmına uzanıp sarılıyoruz. Yıldızları sayarken sallanan beyaz tekne uykumuzu getiriyor ve biz kayan yıldızların arasında ürperen tenimizle uykuya dalıyoruz." Dediğimde Jacob'ın heycanlı sesinin yöneldiği noktaya döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNEŞ
FantasyGüneş bedeninizi yakabilir. Peki ya ruhunuz? O da yanarsa yaşayabilir misiniz? Tüm acılar ruhunuzu acıtabilir,ama onun sizden bir farkı var. Ruhunun acısı bedenini kaplamış. Gözle görülebilir bir acı... Renesmee Carlie Cullen... Bu hikayeyi çoğumu...