Yaşam amacını kaybetmek, aşılmasının zorluğuyla güçlü bir bariyerdir. Kısacık hayatımızdan renkler oluşturan gizemli bir güçtür. Bize bir kimlik verecek, yaşamımızı önemli kılacak, bizi önemli hissettirecek kadar büyüktür. Dönen dünyada boş yere yaşamımızı sürdürüyor olmayız o zaman. Uğruna savaşacak bir derdimiz hâline gelir. Bizim kopmaz bir parçamıza çevrilir. Bazıları onun bizimle beraber doğduğunu düşünür. Kimileri sonradan edinildiğini savunur.
Gerçek şudur ki amaçlar doğrultusunda yaşarız. Hayatımızı oluşturur ve ona istediği gibi yön verebilir. Amaçlarımızla kendimizi bulmaya ışık tutabilir, kim olduğumuzu anlayabiliriz. Amaç, paha biçilemez bir hazine gibidir. Belki bütün insanlığın devam etmesini sağlayandır. Hayatı katlanılır kılandır. Hatta evrenin de bir amacı vardır belki. Amaç varsa, her şeyin bir anlamı vardır.
Fakat Ratsel, amacına asla ulaşamıyordu. Anlam arayışının anlamsızlıkla birleştiği en uç noktaya gelmişti. İnançlarını yitireli çok oluyordu. Devam etmesini sağlayacak hiçbir şeyin olmamasına karşın inatla tek başına sonuna doğru yürüyordu. Öyle bir amaç edinmişti ki asla gerçekleşmiyordu. Dilinden düşürmedikleri bir vazgeç vardı ona söylenen. Kenner ve beraberinde tüm evren. Hep bir ağızdan söylerlerdi. Karşıydı sanki her şey ona. Kenner, kızı için en iyisini istiyordu. Kızı ise kendisine acımıyordu. Vazgeçmek onun için mümkün değildi. Defalarca kez denemişti. Adamın tavsiyesine uyup normal biri olmamıştı ama kendi yöntemleriyle denemişti. Yapamamıştı; ölümü pahasına dâhi bundan vazgeçemezdi. O da ölüme yürüyecekti, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştı artık.
Ratsel genç adamla birlikte mavi duvarların arasındaydı. Aradan biraz zaman geçmişti. Fakat onun dediklerine hiçbir cevap vermemişti.
Dünyadan soyutlanmışlardı. Monroe'nun ölümü bir göz kırpımında yaşanmış, aşağıya atılan tek bir adım onun ölümüyle sonuçlanmıştı ama o bunu hissetmemişti bile. Ratsel içki içerken boğazı düğümleniyor, ağlamamak için direniyordu. Ağlamak, güçsüzlüktü.
Monroe'nun ölümü ağır geliyordu Ratsel'a. Monroe'yu düşündüğü için değildi kesinlikle. Amacını, ölerek yanında götürdüğü içindi. Aniden ayağa kalktı. Gözleri kapandığında sinirlerini devreye sokuyordu. Sakinleşmeye yaklaştığında unutmaması için kendini tembihliyordu. Cezası verilmesi gereken bir suçlu lazımdı şimdi ona. Salonda duran aynayı yaşadıklarının suçlusu ilan etti. İçtiği bardağı alıp tüm gücüyle fırlattı. Ayna yüksek sesle ortadan ikiye ayrıldı. Destin'in kılı kıpırdamadı. İçindekilerin toplanıp bir dağ olmasındansa onları dışarı püskürmek daha iyiydi. İçine attıkça, daha da büyürdü yoksa. Ses etmedi.
"Öldü ve hepsi bitti!" Kız bağırarak, kendini fazlasıyla yordu. "Ben ne yapacağım?" Ağırlığını taşıyamadığında zemine eğildi. Tek bir söz söylemeye hâli kalmamıştı. Yenilmiş olduğunu düşünüyordu. Bu kez hepten yenilmişti. Eskiden olsa en azından geriye Monroe kaldı derdi ama artık onu bile diyemiyordu. Dünya şimdi dursaydı hissetmezdi hatta.
Destin sandalyeden kalkarak Ratsel'ın yanına geldi. Uzun kollarını, büktüğü bacaklarının üzerine sarkıtarak oturdu. İkisi de karşıdaki duvara bakıyordu.
Vita gelen bu sesler üzerine uykusundan uyandı. Kötü bir şey olduğundan endişelenerek merdivenlerden hızla aşağıya indi. "O neydi öyle?" İkisinin hâlini görünce kalbi küt küt atmaya başladı. "Bir şey mi oldu?"
"Monroe öldü," diye anlattı Destin. "Biz onu ararken dibimizdeymiş Buradaki bir otelde kalıyormuş. Kendini aşağı attı."
"Tanrım!" Vita, kızın bitkin yüzüne baktı. "O senin arkadaşındı. Çok üzgünüm. Gerçekten çok üzgünüm. Ben inanamıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
42 (Tamamlandı)
Fantasy42 serisi: 1. Kitap Kaos başladı. Evrenler dehşetle çarpıştı. Sonsuz sırlar gökyüzünün tavanına hapsoldu. Yukarı bakmayı bilmeyenler, derinliği algılayamadı. Kâinatın dehşetli varlığında yaşayan parçalanmış üç ruh mücadele için hayatta kalıyorlardı...