Kısa kesilmiş saçları, geniş omuzlarıyla bir erkeğe benzeyen gölge koridordaki yarısı açık bırakılmış kapının tarafında dolaştığında Kenner silahını gittikçe büyüyen şekle doğrultarak sabrını tüketmeden gelmesini ve geldiği gibi de onu haklamayı dört gözle bekledi. Marian, sanki üstüne dev oturmuş gibi yavaş yürüyen zamana sonsuza dek hapsolmuş olduklarının gerilim içeren düşüncesinin beynine sızdığını yakaladı bir an, bir saniye bir ömür kadar uzun geçiyordu. O derecedeydi ki geçiyordu bile denilmezdi. Geride duran adamsa kendisine yönelmiş dikkatlerin deniz gibi çekilerek başka yerde toplanmasının sebebi olarak kaçması için şansın yüzüne güldüğü fikri kafasına dank etti ve arkaya belli belirsiz küçük adımlar attı. Korku dolu dakikaların geçmesi için gölgenin sahibi aralık kapıya temas etmeden girebildi ve onunla Kenner'ın silahı birbirlerine doğrultulmuş pozisyonda imha etmeye hazır, saldırganca durdu. İkisi de birbirinden korktu ve birilerinin öleceğini sanan Marian çığlık atmamak için çok zor dayandı. Fakat hiçbir şey olmadı, ne silah sesi ne de başka ölümcül bir şey yaşanmadı. Bunun tek bir nedeni vardı.
"Kenner! Marian!" Caleb saatlerdir aradığı yüzlere şaşırarak silahını güvenle indirdi ve gözleri arkadakine dolandı. "Bu da kim?"
Bronz tenli adam kaçamadığı ve onlara tanıdık olan yeni biri daha geldiği için şansın burada hiçbir rol üstlenmediğini acıyla tecrübe etti. Herkes dönüp adama baktıysa da hiç kimse onu umursamadı. Arka tarafa atılan adımları da görülecek gibi değildi.
"Caleb, aklımı aldın," dedi Marian, göğsünü tutarak stresten sıktığı nefeslerini bırakırken. "Bu yerden artık bir an önce kurtulmak istiyorum. Resmen başım çatlıyor. Birbirinizi yaralayabilirdiniz."
"Sizi korkutmak istememiştim," dedi Caleb saygıyla.
"Önemli değil. Gelenin sen olmana nasıl sevindim bir bilsen. Hem daha önce konuşmuştuk, bana sen de lütfen."
Kenner gelenin uzun zamandır tanıdığı Caleb çıkacağını hiç düşünmemişti. Katillerden birinin onları duymuş olarak etrafı yoklamak için geldiği böyle anlarda daha mantıklı bir çıkarımdı. Üstelik Caleb'ın izi tozu yoktu. Herhalde bundan biraz daha erken gelebilirdi. "Hele şükür gelebildin. Nereye takılıp kalmıştın bunca saat?" Dolu olduğu için fena bir kaza çıkarmadan silahını kenara çekti. Ona bakarken eksik kişilerin listesini tutmaya gerek bile yoktu. "Bu kadar olduğunuzu zannetmiyorum." Alay edecek kadar kızgınlık saçıyordu çünkü Caleb'dan başkası ortalıkta değildi. "Kalanınız nereye kayboldu?"
Caleb herhangi başarısızlığı kendine yediremeyen gururlu kişiliği gereği başını utançla aşağı indirdi. "Sinirlenmekte haklısın. Kimseye görünmeden grup hâlinde dışarıda duruyorduk. Gözünü kırpmayarak sizi izleyen Morgan, sonra gözden kaybolduğunuzu anlattı. Biz de gözlerimize inanamadık. Öyle hızla nasıl içeri girdiniz bilemedik." Caleb daha iyi açıklamakta zorlandı, deli gibi görünmek istemiyordu. "Nereye bakacağımızı bilmediğimiz için her yöne dağılıp sizi bulmaya çalışıyorduk. Birçok birbirinden seçilmeyen aynı odalarla karşılaştık ve birbirimizi de kaybetmeye başladık. Bize ne desen haklısın."
"Neyse, bunları sonra tartışırız evlat. Konumuza geri dönelim. Kim olduğunu sorduğun bu adamı bizi Nirvana'ya götürmesi için Destin yakaladı." Bronz tenliyi saklandığı arka taraftan sahneye takdim eder gibi öne çıkardı.
Caleb, Nirvana'yı az çok duymuştu.
"Destin nerede?" Sorusunun anlamı Ratsel'ın nerede olduğuydu. İlgilendiği kız, Destin neredeyse o da orada olurdu illa ki. Ha bir de diğer çatlak, karamel saçlı kız vardı. Ahlak yoksunu serserinin iki kızı da yalnız bıraktığı yoktu; dolayısıyla birbirlerinden hiç ayrılmıyor, yapışık ikiz gibi geziyorlardı. Bu konudan bir bilgi alsa ne iyi olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
42 (Tamamlandı)
Fantasy42 serisi: 1. Kitap Kaos başladı. Evrenler dehşetle çarpıştı. Sonsuz sırlar gökyüzünün tavanına hapsoldu. Yukarı bakmayı bilmeyenler, derinliği algılayamadı. Kâinatın dehşetli varlığında yaşayan parçalanmış üç ruh mücadele için hayatta kalıyorlardı...