Hayalet okuyucularımız lütfen emeğe saygı mahiyetinde oy verseniz nasıl olur? Lütfen. Güzel okumalar. Bölüm sonunda görüşürüz 🤗
_______________________________________
Hazırlandığımda Erkut yatağın altından ayakkabı kutusu çıkarttı. Şaşkınca suratına baktım. Ne ara oraya ayakkabı koymuştu o?
"Kumsal sana ayakkabı almış. Geçen gidip alacaktım ama sürpriz olsun istedik. O yüzden de gece getirdi. Sen uyurken de yatağın altına tıkıştırdım. Bak bakalım beğenecek misin?" Sevimlice gülümsedi. Ben de gülümsedim.
"Ya manyaklar." Hemen açtım. Beyaz, düz bir spor ayakkabıydı. Tam benim tarzımdı. Ve bu elbisenin altına çok güzel olurdu. "Çok güzeller." Erkut hemen önüme eğilip bana ayakkabıları giydirdi zorlanmamam için.
"İşte şimdi tamam." Beni baştan aşağı süzdü.
"Makyaj yapmam lazım. Çok soluk gözüküyorumdur kesin." Olumsuzca kafasını salladı iki yana.
"Kesinlikle senin hiçbir zaman makyaj yapman gerekmiyor." İki yanımdan tutundu ve ayağa kalktı. Elleriyle yanaklarımı tuttu. Alnıma bir öpücük bıraktı. Bir şey demeden hayran hayran suratına baktım. "Hadi kalk bakalım. Gidelim. Yiğit tanışsın bizimkilerle."
"Onları da özledim."
"Hadi o zaman. Buyrunuz." Elimden sıkı sıkı tuttu. "İyisin demi?"
"Bilmem kaçıncı aynı soru geldi. Şaşırmadık. Aşkım benim. İyiyim. Sen sakin olursan daha iyi olacağım."
"Tamam o zaman." Asansörü çağıran bu sefer bendim çünkü Erkut beni izleyip duruyordu. Asansöre bindik ve aşağı kata indik. Bahçeye ilerledik. Bu sefer Erkut'un gözleri Yiğit'i arıyordu. Ve bizi görüp iki eli cebinde yanımıza geldi Yiğit. Islık çalmayı da ihmal etmemişti. Kıkırdamadan edemedim.
"Çok güzel olmuşsun Elis. Ama böyle üşütürsün." Hemen üstündeki kapşonluyu çıkardı ve bana giydirdi. Siyahtı, bana bol olduğu için ayrı bi hava katmıştı. Erkut normalde şimdiye kıskanması gerekirdi ama yüzünde küçük bir tebessüm oluşmuştu.
"Kardeşin var mı?" diye sordu Yiğit'e.
"Var. Yani. Vardı." Yiğit yüzünü asınca Erkut suçluluk duymuş olacak ki bir adım geriledi.
"Sanırım kötü bir şey oldu. Anlatmak zorunda değilsin," dedi Erkut ve konuyu değiştirmek istedi. "Motor burada kalsın. Elis binemez şimdi. O yüzden senin araba ile gidelim. Nasıl olsa geri döneceğiz buraya." Yiğit garip bir sessizliğe büründü ve arabaya ilerledi. Erkut'un dediklerini kabul etmişti sanırsam. Biz de peşinden ilerledik. Arkaya oturdum. Erkut benim yanıma oturdu. Yiğit sürücü koltuğuna çoktan geçmişti. Arabayı çalıştırdı ama ilerleyecek gücü kendinde bulamamıştı sanırım. "Ben sürebilirim istersen?" diye bir teklifte bulundu Erkut.
"Kardeşim vardı. Annem. Babam. Vardılar yani bir zamanlar." Yutkundu ve devam etti. "Babam askerdi benim. Annem doktordu." Sonlara doğru sesi iyice titremeye başlamıştı. Ne tepki vereceğimi şaşırmıştım. O da bir anda konuşmaya başlamıştı zaten. "Babam vurulmuş da hastaneye gelmiş de tanışmışlar falan." Güldü. "Evlenmişler hızlı bir şekilde. Sonra da ben olmuşum zaten. İlk göz ağrıları. Annem ve babamın ilk göz ağrısı... Öyle severlerdi beni. Sonra da kardeşim oldu. Aramızda beş yaş vardı cadaloz ile." Ağlamıyordu. Gülüyordu. Bana baktı. "Senin gibiydi." Gözlerim dolu doluydu ama ağlamamalıydım. Yiğit de ağlamıyordu. Ben ağlarsam daha kötü olabilirdi. "Annem gil beni öyle sevdikçe -'ilk göz ağrımız' diye- bana yapmadığını koymazdı." Kıkırdadı. "Ben TUS sınavını kazandım. Doktor oldum. Annemin yolundan gittim yani. Babam hep asker olmamı istedi ama ben annemi dinledim. İyi ki doktor oldum ama. Bu meslek kesinlikle bana göre." Durakladı. Sol tarafta duran acil tabelasına baktı. Kafasını iki yana salladı. "Benim ilk görev günümdü. Her şey çok güzeldi. Hastaneye gelmiştim. Mutluydum. Annem de birkaç gün önce emekli olmuştu ya. Bana diyordu hep sana devrettim ben diye." Güldü. "Annem ya." Erkut ne yapacağını şaşırmış gibiydi. Bu hikayenin sonu ölümdü. Anlamıştık.
"Yiğit. Aşağı inip hava mı alsan? İyi değilsin."
"Hayır. İyiyim." Gözlerindeki yaşları gönderdi. "O ilk görev günümde babamın işi bitince kardeşimi de okuldan almışlar ve yanıma gelmek için yola koyulmuşlar. Oysa babama suikast düzenlenmiş ve arabaya kaç el ateş etmişler. Beni ziyaret etmek için gelecekleri hastaneye ambulanslarla geldiler. Kurtaramadık. Öldüler." Bu sefer kendini gülmeye zorlamadı ama bu sefer de ben kendimi tutamadım. Ağlamaya başladım. "Büşra ile o zaman tanıştım. Onlar ölmüştü. Ben morgun önünde ağlıyordum. Gelip yanıma oturmuştu. Her hastam için böyle ağlayıp ağlamadığımı sormuştu. Ben de ağlayarak anlatmıştım ona. Sonra o beni hiç bırakmadı. Hep yanımda oldu ama ben şimdi naptım. Kızın kalbini kırdım. Sırf ona aşkımı ilan edeceğim diye." Şimdi de ağlıyordu. Çok ağlıyordu. Ben hızla aşağıya indim. Onun kapısını açıp ona sarıldım. O da hızla dönüp bana sarıldı. Erkut koşarak içeriye gitti. Büşra hemşireyi çağıracaktı, biliyordum. Ne diyeceğimi gerçekten bilmiyordum.
"Yiğit. Ağlama. Lütfen."
"Asıl sen ağlama kızım. Yarana bir şey falan olur. Ağlama. Ben de ağlamıyorum bak. Geç sen arkaya." Hemen ayaklandı ve beni yerime oturttu. Hemen arabanın önüne geçti. Ölüm. Sevdiğin birini kaybetmek. Zor şeylerdi. Geçti, diyemezdik. Geçmezdi çünkü. Geçecek hiç diyemezdik. Geçmezdi. Erkut kapıyı açıp yanıma oturdu. Hemen sonra ise Büşra koşarak gelip arabanın önünde dikilen Yiğit'e sarıldı. Büşra ayak uçlarında yükseldi. Yiğit'in yanağını elleri arasına aldı. Baş parmağı ile Yiğit'in gözyaşlarını tek tek sildi. Ön camın az miktar açık olması sayesinde onları biraz duyuyorduk.
"Yanındayım bak. Yine yanındayım. Ağlama," diyordu Büşra hemşire. İç çeke çeke ağladığımı yeni fark ediyordum. Çünkü Erkut'da beni kendine çekip sarılmıştı.
"Sen de ağlama prenses." Benim göz yaşlarımı silen de Erkut olmuştu. "Keşke sormasaydım ama o hep böyle sana karşı abi gibi davranınca kardeşi vardır diye şey etmiştim ben. Kötü oldu. Suçlu hissediyorum."
"Bilemezdin," dedim ama yaram sızlamıştı. O yüzden sesim de bir tuhaf çıkmıştı.
"Acıdı mı?" Elini yaramın üzerine koydu. Ben de onun elinin üzerine koydum.
"Biraz sızladı. Eskisi kadar çok değil ama. İyiyim ben."
"İyisin. Daha da iyi olacaksın."
"Onlar da iyi ve daha iyi olacaklar," dedim Yiğit ve Büşra'yı görünce. Birbirlerine sıkı sıkı sarılmıştı.
"İnşallah." Yiğit ve Büşra birbirinden ayrıldı. Büşra hemen Yiğit'in yanağına bir öpücük bıraktı. Yiğit kendine gelmiş gibiydi. Büşra arabanın yanından geçerken bize selam verdi ve gitti. Yiğit sürücü koltuğuna geçmeden benim tarafımdan kapıyı açtı.
"İyi misin?"
"Ben iyiyim. Asıl sen iyi misin?" dedim.
"İyiyim. Kendini çok sarsmaman lazım Elis. Ağladın ama sen."
"İyiyim ben. Sızladı sadece. O kadar."
"Yiğit," dedi Erkut. Göz göze geldiler. "Özür dilerim. Sormamalıydım."
"Saçmalama. Nerden bilebilirdin ki?" Dostça Erkut'un omzunu sıktı. "O zaman daha fazla zaman kaybetmeden gidelim." Hızlıca sürücü koltuğuna geçti. Enes'in evine gelmiştik. Yiğit kornaya basmaya başlayınca bir şey anlamadım ama bahçeyi görünce anladım. Ben arabadan inince Özkan konfeti patlatmaya çalıştı, başaramadı. Sonra kendi suratına patlattı. Kıkırdadım. Yiğit bir koluma girdi, Erkut bir koluma. Hepsi bir ağızdan bağırmaya başladı.
"İyi ki doğdun Elis!" Doğum günüm birkaç gün sonraydı ama bana sürpriz yapmışlardı. Mantıklıydı da. Bir şey anlamamıştım. Bu sefer mutluluktan ağlıyordum. Kumsal pastayı taa dibime kadar getirdi.
"Kuzimm! Doğum günün kutlu olsun. Bir dilek tut ve üfle." Öyleyse bir dilek tutmalıydım. Aslında bir sürü dileğim vardı ama ben en imkansızını şimdiden dilemek istedim. Belki o günlere çok vardı. Okul bitmeliydi. Evlenmeliydik falan. Ama şimdiden dilemek istemiştim. Çünkü imkansızdı. Belki dileğim kabul olurdu da imkanı olan bir şeye dönüşürdü. Benim dileğim şuydu:
Anne olabilmek...
_______________________________________
Siz ne dilemek isterdiniz?
Yıldızı parlatmayı unutmayalım ⭐
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİYAFONDAN GELEN SES
ChickLitİşte her şey o gün başladı. Birinin zile basmasıyla. Kuzenimle aynı evde yaşıyoruz. Öyle herkese de kapıyı açmayız. Öncelikle sorarız. Yine zil çaldığında koşarak diyafonun konuşma düğmesine basıp "Kim o?" diye sordum. Gelen ses karşısında birkaç sa...