1

2.1K 132 37
                                    

Yaşadığım hayata göre, fazla enerji dolu biriydim. Teyzem bana bunun, ergenlikten olduğunu söylerdi ama bunun bir kişilik bozukluğu olduğunu geçte olsa farketmiştim.

Küçük yaşta ailemi kaybettim, henüz 6 yaşındaydım ve neyin ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Anneme son sarılışımı hatırlıyorum, bana o kadar sıkı sarılmıştı ki resmen ben geri dönmeyeceğim kokumu unutma diyordu bana. Babam ise sadece bir saç okşaması bırakmıştı. Bu yaşımda bile hala o hissiyatı alabiliyordum saç diplerimde.

Beni ve birkaç eşyamı, Bang ailesinin müştemilatında yaşayan teyzeme bırakıp şehir dışına çıkmak için yola koyuldular. Ve bir daha dönüşleri olmadı.

Öldükleri haberini ise televizyondaki haberden öğrendik, tren kazası. Bu yüzden trenlere binmekten korkarım. Tren ve trengillerden.

Bu trajik olaydan sonra ise, temelli olarak teyzemle yaşamaya başladım. Tabii ki hayatın pençesinden kurtulamamıştım. Size biraz, Bang ailesinden bahsedeyim.

Eşcinsel evliliği, o zamanlar kimse buna olumlu bakmazdı. Gerçi hala bakılmıyor, ama Bang ailesi o kadar güçlü bir aileydi ki kimse kalkıpta bunun yanlış olduğunu söyleme cesareti bulamıyordu. Yanlış olan bir şeyde yoktu aslında, ama kime göre?

Bang Mingyu ve Bang Woosung. Onlar evlilerdi ve birde oğulları vardı. Bang Chan. Bang Chan'ın annesi de vardı. Sadece taşıyıcı bir anne olması gerekiyordu ama o Bang ailesinin evine tüm köklerini salmıştı. Soomin. 

Chan benden sadece bir yaş büyüktü. Size onunla büyüdüm demeyi çok isterdim ama tam olarak öyle sayılmaz. Evet, bende onun gibi o evin içinde büyüdüm ama ikimizin de hayatları çok farklıydı. Aynı evin içinde, farklı hayatlar.

Bir kere, dürüst olmak gerekirse Chan çok burnu havada bir çocuktu. Oyuncaklarını benimle hiç paylaşmazdı, hatta oyuncakları bırak evin kocaman bahçesini bile benimle paylaşamazdı. Kıskançtı, aslında sorun onda değildi. Sorun onu yetiştirenlerdeydi. Yani Woosung ve Soomin.

O ikisi, beni asla o evde istemiyorlardı. Göndermek içib kırk takla atıyorlardı hatta. Küçükken minicik bir şeydim ve minik şeyi koca evlerine sığdıramıyorlardı. Aynı şekilde, Chan'ı da kendileri gibi yetiştirip bana düşman ediyorlardı.

Mingyu ise daha iyiydi, bana hep bir abi şefkati ile yaklaşırdı. Arada bana küçük hediyeler alırdı. Onu gerçekten seviyordum, hala severim. Ama Woosung ve Soomin, kalsın. Almayayım.

Okul çağına geldiğimde, teyzem beni bir devlet okuluna yazdırmak istedi. Ama Mingyu buna izin vermedi. Beni de Chan ile birlikte bir özel okula yazdırdı. Hatta Chan ile aynı sınıftaydım. Sınıf arkadaşlarımdan küçüktüm, tip olarakta minyon olduğum için bana hep bebekmişim gibi davranırlardı.

Bir hizmetçinin yeğeni olarak, tabii ki de o lüks içinde yaşayanların arasında ezildim. Zorbalığa uğradım. Mingyu'nun Chan ve beni aynı sınıfa yazdırmasının sebebi, yaklaşıp kaynaşamamız ve iyi arkadaşlar olmamızdı. Fakat öyle olmadı. Chan benden daha çok uzaklaştı. Çünkü arkadaşları beni sevmiyor ve beni hep dışlıyorlardı.

Aynı evde olduğu gibi okulda da Chan'a bir adım bile yaklaşamıyordum. Chan kocaman bahçede koşup oynarken, ben müştemilatın kapısından onu izlerdim. Onun gibi koşmak, oynamak isterdim ama bu mümkün değildi. Müşetmilattan çıkamıyordum çünkü Woosung ve Soomin beni her hatamda azarlayıp rencide ediyorlardı.

İşte, kişilik bozukluğu da tam olarak burada başlıyordu. Benim gibi bir hayat yaşadığınızı düşünün, her şeye rağmen mutlu olabilir miydiniz?

Ben mutluydum. Yüzündeki gülümseme asla eksilmiyordu. Chan beni bahçelerinde oynatmasa bile ben gülümseyerek izliyordum onu. Sanki onunla oynuyormuşum gibi hayal kurup eğleniyordum kendimce.

Okulda dışlansam da, yine de her yeni güne gülümseyerek başlıyordum. Herkese günaydın diyordum. Teneffüslerde bahçeye çıkıp yarın yokmuşcasına koşup oynuyordum. Tek başımaydım, eğlenceli değildi ama eğlenceliymiş gibi davranıyordum. Beni sürekli itip kakıyorlardı ama ben yine de onlarla birlikte gülüyordum. Onlardan biri gibi davranmaya çalışıyordum ama hayır, ben asla onlar gibi olamazdım. Dedim ya, ben hizmetçinin yeğeniydim.

Liseye geçtiğimizde, yine Mingyu sayesinde aynı sınıftaydım Chan ile. Ama lise farklıydı, farklı hisler vardı artık. Eski çocuksu hisler yoktu, daha duygusal hisler vardı herkeste. Benim dışımda. Ben hala ilkokuldaki o küçük çocuk gibiydim. Düşüncelerim hala aynıydı. Sanki, sanki büyüyemiyordum. Olgunlaşamıyordum. Sürekli o küçük çocuktum.

Liseye geçtiğimde, artık yalnız değildim. Arkadaşlarım vardı, ne kadar gerçek arkadaşlarsa tabii. Gün içinde konuşup sohbet ettiğim insanlar vardı, benden hoşlananlar, benim hoşlandıklarım vardı. Ama genele bakıldığında, hala çoğunlukla nefret alıyordum.

Bilirsiniz, lise, ergenlik çağı. Herkesin sorunları var ve herkes depresyonda. Benim dışımda. Ben çok mutluyum ve insanlar benim bu enerjimden nefret ediyorlardı. Neden onlar gibi depresif değilim? Onlardan farklıydım. Ve bu onları deli ediyordu. Ve ben yine sevilmiyordum. Çünkü farklıyım. İnsanlar farklı olanları sevmezler.

Lisenin ilkokuldan farklı olan en büyük özelliği ise, zorbalığın getirileri.

İlkokuldaki gibi beni sıramdan düşürüp kalemimi kırmıyorlardı tabii ki de. Daha acı verici şeyler yapıyorlardı. Bana fiziksel zarar değil, duygusal ve ruhsal zararlar vermeye çalışıyorlardı. En büyük zevkleri saçımı çekmek değil, ruhuma binlerce bıçak saplamaktı. Kelimeleri canımı acıtıyordu, benim hakkımda düşündükleri. Benim hakkımda yaydıkları yalan yanlış söylemleri canımı acıtıyordu.

Ve benim hala gülümsüyor oluşum, onları daha çok kinlendiriyordu. Her defasında daha fazla acı vermeye çalışıyorlardı bana.

Henüz başaramadılar, ama bu başaramayacakları anlamına gelmiyor.

I laughed a little too muchHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin