Bu bölümün şarkısı var.
Tükendim, sıkıldım, bıktım, yoruldum, usandım.
Dünyanın en kötü hissi nedir bilir misiniz?
Kızgınlığı aşan, üzüntüyü aşan bir his var. Bazı insanların yakasına kene gibi yapışır ve asla rahat bırakmaz ki nefes alsın. Öyle illet bir his ki, bir çocuğun dizindeki aynı yara izinin üstüne düşüp kalkarak onu sürekli kanatması gibi. Kurtuluşu yok, kurtulmak için artık düşmeyeceğin yaşa gelmelisin. Ama bununda garantisi yok.
Yutkunamamak. Evet, dünyanın en kötü hissi budur. Yaşadığın olaylar sana artık o kadar ağır gelir ki yutkunmak gibi kolay bir eylemi bile yapamaz hale gelirsin. Boğazına bir yumru sıkışır bazenleri nefes almanı bile zorlaştırır, göğüsünü sıkıştırır. Seni iyice darlar ve sen ağlamaktan, bağırıp çağırmaktan, yakıp yıkmaktan başka çözüm bulamazsın artık.
Peki işe yarar mı yakıp yıkmak? Hayır, hiçbir sike yaramaz.
Cenazemiz var.
Ölüm ne kadar gerçek değil mi? Birisi var, sonra yok. Hiç olmamış gibi gidiyor. Bunun tarifi yok.
Annemin bana zorla giydirdiği siyah takımın içindeyim. Gözlerimde de siyah bir gözlük var. Bu kadar karanlık olmama rağmen yine de gözler benim üzerimde. Ne acınası değil mi? İnsanlar bana bakıp acıyorlar.
Bir taşın üzerinde oturuyorum ve yanımda tekerlekli sandalyede oturan annemin elini sımsıkı tutuyorum. Başka yapabileceğim hiçbir şeyim yok. Bir şekilde dimdik durup bu lanet olası işi aradan çıkartmamız gerekiyor. Babamsa kafayı yiyerek bu durumu annem ve benim üzerime yıkmıştı.
Ne yani, benim delirmeye hakkım yok mu?
Ben ne olursa olsun dimdik mi durmalıyım? Benim yıkılacağım bir an olmayacak mı?
Elimde hissettiğim baskı ile gözlerimi diktiğim yerden ayırıp hemen baş ucumdaki anneme çevirdim. Elini yavaşça sert tutuşumun arasından çekip başıma doğru yaklaştırdı. Saçlarımı yavaşça okşarken buruk bir gülümseme sundu bana. Ardından yanağından minik bir damla yaş süzülürken hafifçe dudaklarını büzdü.
"Zamanı geldi."
Neyin zamanı? Ben daha hazır değilim. Hayır, hazır olmak zorundayım.
Ben anneme bakarken önümüzdeki insan kalabalığı kenarlara kaçıyorlar. Başımı o tarafa çevirdiğimde annemin hıçkırıkları kulağıma ilişirken yavaşça ayağa kalkıyorum. İki kahverengi tabut, gömülecekleri yerin başına bırakılmıştı şimdi. Görevliler tabutların etrafından uzaklaşırken yavaşça birkaç adım attıyorum tabutlara doğru. Daha sonra duruyorum. Yürümek bana zor geliyor, nasıl adım atılıyordu?
Papazın tabutların başına yaklaşmasıyla gözlerimden yaşlar firar etmeye başlıyorlar. Ama şanslıyım, gözlükten belli olmuyor ağlayışım.
Kalakaldım olduğum yerde. Papazın babam ve sevgilimin ismini geçirdiği cümleler göğüsüme birer hançer gibi saplanıyor her defasında. Böyle olmak zorunda mıydı? Daha farklı olabilir miydi her şey? Nerde hata yaptım? Ya da hata yapmayışım mıydı tüm bunların nedeni? Hata yapsaydım bir şeyler daha katlanılabilir olur muydu? Yoksa ben mi deliriyorum?
Geri kalan olasılıkları düşünüyorum, farklı şeyler yaşansaydı daha farklı bir son olabilir miydi? Sevgilim ve babam yerine ben olabilir miydim o tabutun içinde?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I laughed a little too much
FanfictionSanırım, ben biraz fazla güldüm... Mpreg Angst.