"Yemek istemiyorum."dedim suratımı buruşturarak önümdeki tabağa bakarken. Teyzem ofladı ve tabağı önümden çekti sinirle. Neredeyse yarım saattir ısrar etmesine rağmen hazırladığı kahvaltı tabağından bir lokma bile götürmemiştim ağzıma.
"Ne olacak Minho böyle, aç mı oturacaksın?"diye sinirle konuştuğunda omzularımı silkerek gözlerimi ona çevirdim. İnce kaşlarını çatmış bir şekilde bakıyordu gözlerime.
"Midem bulanıyor, niye kızıyorsun bana?"diye konuşurken ben, o tabağı mutfak tezgahına bırakıp tekrardan bana yaklaşıp elini omzuma koydu.
"Ama bir şeyler yemen gerekiyor hayatım, böyle kendini aç bırakarak yaşayamazsın. Yemek istediğin bir şeyler var mı hiç, canının çektiği falan?"diye sorduğunda, derin bir nefes çektim içime ve gözlerimi başka bir yöne çevirip düşünmeye başladım. Canım bir şey çekiyor muydu, bilmiyordum ki!
Uzunca bir süre cevap vermeyince teyzem eliyle omzumu patpatladı ve arkamdam geçip mutfağın kapısına doğru ilerledi.
"Sen düşün biraz, ben odanı toplayacağım."diyerek benim odama yöneldiğinde bir süre arkasından baktıktan sonra omzularımı düşürüp boş masayı izlemeye başladım.
Bugün hastane kontrolümüz vardı, Woosung beyin dediği gibi onun doktoruna gidicektik Chan ile beraber. Onun dediğine göre işini çok iyi yapan bir doktormuş ve çalıştığı hastanede kendisi de oldukça prestijliymiş.
Bang'lar ve Soomin hanım ile yüzleşmiştim tabii ki, Mingyu bey her zaman ki gibiydi. Korkunç bir tepki almamıştım ondan. Ama Woosung ve Soomin için aynısını söyleyemeyecektim. Onlar bana karşı... her zamanki gibilerdi.
Konuşmalarına bakılacak olursa, benden çok karnımda taşıdığım Chan'ın bebeği önemliydi onlar için. En başında benimde düşündüğüm gibi, olayın içinde ben yoktum onlara göre. Sadece Chan ve bebeği.
Mingyu'nun yanında bu kadar açık sözlü olmasalarda, alttan alttan verdikleri mesajların farkındaydım.
"Kesinlikle bay Jung'a gitmelisiniz. Benimle çok iyi ilgilendi, bu devirde güvenilecek tek insan diyebilirim. Herkes işin reklamında, ama o öyle değil. Torunumuzu emin ellere bırakmalıyız, değil mi Mingyu?"
Aklımda yankılanan sözler ile oflayıp gözlerimi devirerek sandalyemden hızlıca kalktım. Aniden kalktığım için gözlerimin kararıp başımın dönmesi bir olmuştu. Hızlıca kalktığım sandalyeye geri düşmüştüm. Sert düştüğüm için sandalyede benimle birlikte devrilmişti ve ikimizde yere sakız gibi yapışmıştık. Çıkan gürültü ve benim can havliyle bağırışım bir araya gelince birkaç saniye sonra teyzem mutfağa girmişti.
"Ay! Minho ne oldu?! İyi misin güzelim?"diye telaşla yanıma yanaşıp kollarımı tuttuğunda hala kararan gözlerimi sıkıca kapatıp onun kollarına tutunarak beni yerden kaldırmasına izin verdim. Karnıma ve belime şiddetli kramplar giriyordu şimdi de. Düştüğüm için mi böyle olmuştu yoksa?
"Ne oldu? Nasıl düştün bebeğim? Aşkım benim."
"Teyze dur bi! Sevgi cümleleri söyleyip durma!"diye sinirle konuştuğumda, o beni diğer taraftaki sandalyeye oturtmuştu.
"Korkutma beni Minho!"diye bağırdığında başımı iki yana sallayıp gözlerimi açtım. Hala başım dönüyordu, gözlerim sanki yerinde duramıyorlardı.
"Başım, çok dönüyor. Canım acıyor."dedim elimi karnıma bastırıp acıyla inleyerek.
"Tamam, bekle burda. Kalkma sakın ayağa. Ben Chan'ı çağırayım."diyerek aynı yanıma geldiğini gibi telaşla yanımdan uzaklaşıp çıktı evden. Dış kapının açılma sesini duyduktan sonra ellerimi masaya yasladım ve tekrardan ayağa kalkmaya çalıştım. Aynı zamanda nefelerimde kesilmeye başlamıştı. Bu ne biçim şeydi böyle, sanki ölecektim!