Bugün Bang Chan'ın doğum günü.
Okul açılalı 2 ay oldu ve her şey genel olarak normaldi. Ya da bana göre diyelim. Yani, ikizlerin bana zorbalık yapması ve sürekli itilip kakılmak benim için normaldi.
Ekim aynının 3'ü. Bang ailesinin bir eli kanda bile olsa bugün köşk parlamalı.
Çocukluğumdan beri Chan'ın doğum günlerini izlemeye bayılırım. Ben davetli değilim, küçükken müştemilatın camından izlemekti benim görevim. Parti bitene kadar, çocuklar dağılana kadar oturup izledim doğum gününü. Orda olup onlarla oynadığımı hayal ederdim. Woosung beni kesinlikle etrafta görmek istemezdi bu özel günde.
Küçükken doğum günleri sabah olduğu için, Mingyu partide olmazdı. Ama bugün farklıydı. Chan büyümüştü ve partisi daha ihtişamlı ve akşam yapılacaktı. Yani Mingyu'da olacaktı partide. Oğlunun doğum günü partisine ilk defa katılacaktı. Bu yıl benim içinde farklıydı tabii, bende büyümüştüm ve artık bende bu evin bir çalışanıydım. Partide benimde görevim vardı. Artık camdan izlemeyecektim, partinin içinde olacaktım. Garson olarak.
Okulda aynı sınıfta olduğum insanlara hizmet etme düşüncesi biraz canımı sıksa da, bunu yapmak zorundaydım. Her ne kadar onlarla aynı sınıfta ve paralı bir şekilde okuyor olsam da, aramızda fark vardı. Ben onlar gibi zengin değildim, ben sadece şanslı bir fakirdim.
"Minho! Ayh! Gel bana yardım et!"
Duyduğum ses ile gözlerimi koca evin içinde dolaştırmayı kesip teyzeme baktım. Masayı taşımakta zorlanıyordu. Hızlıca yanına gidip masanın ucunu tuttum ve ikimiz birlikte masayı bahçeye taşıdık. Bahçıvanlar bahçeyi ve havuzun kenarlarını süslerken Soomin onların başında gardiyan gibi dikilmiş onları yönlendirmeye çalışıyordu.
Masayı havuzun başına bıraktığımızda Soomin bize doğru döndü ve gözleriyle kısaca beni süzdükten sonra bize doğru yaklaşmaya başladı. Teyzem kolunun altına sıkıştırdığı beyaz örtüyü masaya sererken Soomin üstten üstten bana bakmaya başladı.
"Minho, artık bir işe yaramaya başlamışsın. Bende daha ne kadar yatmaya devam edecek diyordum."dediğinde, ona kısaca baktıktan sonra gözlerimi teyzeme çevirdim. Masaya yaslanıp gözlerini devirdi. Soomin'den hiç haz etmiyordu. Yaşadığı hayatı haketmediğini düşünüyordu hatta. Bang'ların taşıyıcılık yapacak başka biri anneyi bulamadığı hakkında yakınıp dururdu hep.
"Minho bugün serviste."dedi teyzem benim adıma ve yanıma gelip beni muftağa doğru ittirdi.
"İşimiz var, oyalamazsanız seviniriz."dedi ve benimle birlikte mutfağa ilerlemeye başladı teyzem.
"Şu havuzun suyunda boğasım geliyor şu kadını ya!"diye söylendi bana doğru eğilerek. Onun haline güldükten sonra hızlıca bahçeyi geçip mutfağa girdim ve servis tabaklarını taşımaya başladım.
Hava kararmaya başlarken teker teker davetliler gelmeye başlıyordu.
"Minho, ayak altında fazla dolaşma. Biri bir şey söylerse bana söyle tamam mı? Sakarlıkta çıkarma."diye teyzem beni tembihlerken başımı sallayıp onu onaylıyordum.
Sonunda herkes geldiğinde mutfaktan çıktım ve masanın başına ilerledim. İçecek servisinden ben sorumluydum. Sınıf arkadaşlarımdan partiye katılırken beni görüp uzaktan benim hakkımda konuşuyorlardı. Ellerimi sıktım ve yumruklarımı önümdeki masaya yaslayıp yüzümdeki gülümsemeyi sabit tutmaya devam ettim.
Sonunda partinin sahibi bahçeye çıktığında herkes alkışlamaya başlarken gözlerimi o tarafa çevirdim. Chan üzerinde beyaz bir gömlek ve altındaki siyah pantolon ile yüzünde kocaman gülümsemesiyle bahçeye ışık saçarken yine tutuldum. Ona hayran hayran bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Ona hayrandım, çocukluğumdan beri. Mükemmel bir hayatı vardı, ona hep imrenirdim. Hala öyle. Ona hala imreniyorum.
Mutfaktan bahçeye çıkarılan 3 katlı pasta ile bu sefer gözlerim güzel pastaya takılmıştı. Pasta Chan'a doğru yol alırken herkes o doğum günü şarkısını söylüyordu. Sertçe yutkundum ve sanırım yüzümdeki gülümseme nadir zamanlarda olduğu gibi yavaşça silindi.
Bugün Chan'ın doğum günü, 3 hafta sonra da benim doğum günüm var. Bu pahalı doğum günlerine şahit olduktan sonra sönük bir doğum günü kutlamasına sahip olmak benim için her zaman buruk anılar oluyordu.
Ama sorun değil, teyzemin yaptığı pastalar eminim bu gösteriş abidesi pastadan daha güzeldi. Teyzemin pastasını kimse geçemez.
Chan pastasının üzerindeki mumları üflerken hafifçe dudaklarımı büzdüm ve başımı eğip masanın üzerindeki şeyleri incelemeye başladım. Daha üzülme Minho, henüz hediye açma sırası gelmedi.
En son hediyemi sanırım 12 yaşında almıştım. Teyzemin bana aldığını telefon. Ondan önce de pek hediye alanım olmamıştı. Ailemin fazla parası yoktu. Bir keresinde babam bana oyuncak bir araba almıştı. Bana aldığı ilk ve son oyuncaktı ve ben onun kapısını yanlışlıkla kırmıştım. Çok ağlamıştım. Çok çok ağlamıştım. Babam bana ağlamamam gerektiğini, yenisini alabileceğimizi söylemişti ama alamamıştık hiçbir zaman.
"Hediye zamanı!"diye duyduğum bağırma sesiyle düşüncelerimden ayrıldım ve gözlerimi tekrardan kalabalığa çevirdim. Pasta tekrardan mutfağa dönerken herkes Chan'a koca hediye kutuları vermeye başlamışlardı. Chan hediyeleri açarken hiç heyecanlı görünmüyordu. Tabii heyecanlıydı ama, sanırım ben daha çok heyecanlanırdım.
Herkese hediyeler için teşekkür ederken sonunda Mingyu babasının hediyesine gelmişti sıra. Mingyu Chan'a yaklaştı ve ona küçük bir kutu uzattı. Chan çocuk gibi heyecanla babasından kutuyu alıp açmış ve ardından gözleri kocaman açılmıştı.
Parmak ucuna çıkıp kutunun içindekini görmeye çalıştım ama bu çok zordu. En sonunda Chan kutudan bir araba anahtarı çıkarıp arkadaşlarına doğru salladı ve ardından Mingyu babasına sarıldı.
"Teşekkür ederim!"diye heyecanla bağırdığını duyunca gülümsedim. Yüzümde buruk bir gülümseme oluşurken aklıma yine babam gelmişti. Böyle anlarda onu özlediğimi daha çok hissediyordum.
"Hadi gidip arabaya bakalım."dedi Chan heyecanla ve hızlıca garaja doğru koşmaya başladığında arkadaşları da onun peşinden koşuyorlardı. Büyükler gülerek onları izlerken bende gitmek istedim. Bende gidip arabayı görmek istedim.
Yavaşça kenardan sıvışıp garaja doğru ilerledim onların peşinden. Garaja vardığımda onlar heyecanla gülüşüp bağırışırlarken başımı uzatıp gri yeni model araba ile göz göze geldim. Gözlerim yavaşça dolarken saklandığım yerin arkasından çıkıp arabayı incelemeye başladım. Tıpkı, tıpkı kapısı kırılan oyuncak arabama benziyordu.
"Minho da beğenmiş sanırım arabayı?"
Duyduğum konuşma ile gözlerimi Changbin'e çevirdim. Kalçasını arabaya yaslamış bana bakarken diğerleri de orada olduğumu görmüştü.
"Güzelmiş."dedim gülümseyip, gerçekten fikirimi sorduğunu sanarak. Tabii ki de fikrimi sormuyordu, fikrim onun umrunda bile olmazdı ki?
Chan üzerime doğru sinirle gelmeye başladığında geriye doğru adımladım.
"Kim sana peşimizden gel dedi! Bakma arabama."derken beni ittirdi omuzlarımdan. Geriye doğru sendelerken gülümsedim. Bu bana bir anıyı hatırlatmıştı.
Biz küçükken Mingyu ve Woosung, Chan'a akülü kırmızı bir araba almışlardı. Chan o zamanda aynı bu şekilde beni ittirip arabasına bakmamamı söyleyip durmuştu. O bahçede arabasını sürerken ben müştemilatın kapısından elimde kırık arabamla onu izlemiştim hep.
Chan'a son bir kez baktım ve ardından arkama dönüp geldiğim yolu geri dönmeye başladım. Aklıma gelen şey ile koşmaya başladım hemen.
Arkamdan bağırarak bir şeyler söylüyorlardı, ama onları dinlemeden koşmaya devam ettim. Müştemilata vardığımda kalbim çok hızlı atıyordu. Koştuğum için olmalıydı. Hızlıca kendi odama geçtim ve kıyafetlerimin olduğu dolabı açıp en üst rafta olan kutuyu çıkardım. Kutuyu alıp yere oturdum ve kutunun kapağını hızlıca açıp içindeki oyuncak arabama baktım. Yavaşça gözlerimden yaşlar süzülmeye başlarken oyuncak arabayı elime aldım. Ona bakarak hıçkırıklarla ağlamaya başladım.
Babamı gerçekten çok özlemiştim. Bu lanet oyuncağı lanet eski kutudan tekrar çıkaracak kadar özlemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I laughed a little too much
FanfictionSanırım, ben biraz fazla güldüm... Mpreg Angst.