"Ne yapıyorsun?"
Duyduğum meraklı ses ile önümdeki derin tabakta olan hamuru yoğurmayı kesip gözlerimi Jeongin'e çevirdim. Yanıma doğru yaklaşıp belini tezgaha yaslayıp derin tabağın içine baktı. Çok havalı giyinmişti. Kot bir pantolonun üzerine siyah boğazlı bir tişört giymişti ve onun üzerine de deri bir ceket giymişti. Boynunda duran değişik biçimli kolyesi de ayrı bir hava katıyordu tarzına.
"Ödev."diye cevapladım onu ve genişçe gülümseyip tekrardan yoğurma işlemine odaklandım.
"Sizin ödevlerin en güzel kısmı onları yediğiniz kısım sanırım. Keşke bende saatlerce yazdığım tezlerimi yiyebilseydim."diye hayal kurarak yan döndü ve kalçasını tezgaha dayayarak kollarını göğüsünde bağladı. Gerilen ceketi ile iki saniye bakıştıktan sonra gözlerimi onun suratına çevirdim. Uzaklara bakarken aniden bana yandan bir bakış attığında telaşlanıp gözlerimi kaçırdım. Neden telaşlanıyorsam?!
Kıkırdadığını duyunca gergince gülümsedim ve hemen toparlanıp hamuru yoğurmaya devam ettim. İletişim eksikliği gerçekten berbat bir şeydi, kendi kendimi rezil ediyordum.
"Neyse, sen devam et ödevine. Ben seni meşgul etmeyeyim. Çıkıyorum bende, geç gelirim sanırım."dediğinde başımı sallayıp onayladım onu. Gözlerimi ona çevirmedim bile, utançtan kırmızı kırmızı olmuştum zaten.
Dış kapının kapanma sesini duyduktan sonra gözlerimi mutfağın kapısına çevirdim. Ardından suratıma saçma bir sırıtış yerleşmişti. Jeongin çok tatlı bir çocuktu, gerçekten. Çok enerjikti, hayat dolu gibiydi ya da gibisi fazla. Hayat doluydu, eğlenceliydi. Onunla kaldığım birkaç ayda bunları farketmiştim. Gerçekten çok samimi, sıcak kanlıydı. Tabii ben onun bana davrandığı kadar yakın davranamıyordum kendisine. Aslında beni engelleyen bir şey yoktu, bende sempatik olabilirdim ama olamıyordum işte. Bir şeyler beni geri itiyordu, bir şeylerden çekiniyordum. Neden bilmem!
Kapının çaldığını duyunca kendime gelip düşüncelerimden sıyrılırken ellerime yapışan hamurları düşünmeden kapıya ilerledim. Jeongin bir şeyini unutmuş olmalıydı, yoksa öyle kapımız çalınmazdı bizim. Kapının önüne gelince dirseğimle kapının kolunu aşağı itip açılmasını sağladım. Ardından bileğimi boşluktan geçirip kapıyı kendime çektim ve başımı aralıktan uzatıp gelene baktım.
Karşılaştığım beden ile gözlerim kocaman açılırken kapıyı kalçamla geri ittirip iyice açılmasını sağladım.
"Şaka yapıyorsun?"
"Hayır tamamen ciddiyim."dedi karşımdaki görünüş olarak tamamen farklı olan Chan. O çok farklıydı, o felaket farklıydı.
Sarı saçlarının yerini siyah tutamlar almıştı, ve yine kahverengi güzel gözleri yerine mavi soğuk bakışlar almıştı. Bu hali teninin solgun rengini daha çok öne çıkarmıştı sanki. Tabii birde dudağındaki ve kaşındaki piercingleri vardı. O soylu, burnu havada Chan'ın yerine serserinin teki gelmişti sanki.
"Sen çok... farklısın."diye mırıldandığımda dudaklarını büzdü ve hafifçe bana doğru eğildi.
"Hımm, beni içeri almayacak mısın Minho?"diye mızmızlandığında başımı iki yana sallayıp silkelenerek kendime gelmeye çalıştım. Bugün ki kaçıncı afallayışım olacaktı bu benim? Ona göre hazırlık yapayım önceden!
Bir adım geri çekildim ve onun içeri geçebilmesi için yol verdim. O içeri geçerken ben hala şaşkınlıkla onu inceliyordum. Ayakkabılarını çıkarıp vestiyerin altına doğru bırakırken o, ben kapıyı dirseğimle ittirip kapattım ve ona doğru yaklaştım. Hiç düşünmeden aniden kollarımı boynuna doladığımda dudaklarından bir şaşkınlık nidası kaçmıştı ve ardından kıkırdamaya başlarken kollarını sıkıca belime dolamıştı. Kaç aydır içimde büyüyen özlemin farkında bile değildim ona sarılana kadar. Çok farklı görünüyor olabilirdi ama o Chan'dı işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I laughed a little too much
FanfictionSanırım, ben biraz fazla güldüm... Mpreg Angst.