Kışın daha da yakın olduğunu haber veren yağmurlar başladı. Bazen günlerce durmak bilmeyen sağanaklar, bizi kulübemize hapsediyor. Grinin değişik tonlarındaki bulutların hakim olduğu gökyüzünde güneşe hasretiz şimdiden. Uzun kış aylarını düşünürsek o ılık günleri oldukça özleyeceğimiz çok açık. Yeni bir düzene geçiyoruz ben ve eşim bu karanlık günlerde. Mümkün olduğu kadar geç uyanıyoruz mesela. Artık bahçede yapacak bir işimiz olmadığından erkenciliğin bir anlamı yok. Serin günlerde yumuşacık yatağımızda, battaniyemizin yumuşaklığında kadınıma sarılıp sarılıp uyumak ne kadar hoş ve doyumsuz. Bu tatlı günlerin geçici olduğunu söyleyen iç sesim, aynı zamanda mümkün olduğu kadar keyfini çıkarmamı işaret ediyor. Gül'ün karnı hafiften büyümeye başlıyor. O halinden oldukça memnun, hatta kabına sığamıyor. Onun bu denli sabırsızlıkla beklediği bebeğin biraz gecikmesinden yanayım. Çünkü kadınımın bana gösterdiği sevgiye ve ilgiye doymadım daha. İçimde tuhaf karışımlara bürünen duygular, bir huzur veriyor bir tedirgin ediyor beni. Ama, şunu da biliyorum ki artık bu halin dönüşü yok. Bebeğe sen geri git, beş altı yıl sonra gel, denmiyor. Aslında yaşım yerinde ama sorun benim bazı güzellikleri geç yaşamam. Ondan doymadım ve doyamıyorum ilgiye. Düşünsenize neredeyse yaşamının yarısında hiç görülen bir adamım, el altında bulundurulan bir seçenek, kolayca harcanacak biri, ihanete layık görülen bir erkek, duyguları hiçe sayılan bir ezik sayıldım uzun yıllar. Birden gerçek sevgiyi bulunca da kısa bir zaman içinde onu başka biriyle paylaşmak zorunda kalmak beni biraz üzüyor. Belki bebek dünyaya gelince bu hissettiklerim kaybolur. Çünkü erkek doğasından bazı duygular kadınlarda olduğu gibi bir anda ve güçlü şekilde ortaya çıkmıyor. Umarım böyle olur, diye düşünüp yanımda uyuyan eşime sarılıyorum. Dışarıda rüzgar ve yağmur var. Uğultuya karışan yağmur damlalarının sesi olduk huzur verici. Dama ve pencerelere vuran her damla bana sıcacık yuvamın ne kadar değerli olduğunu tekrarlıyor durmadan. Saat öğleye yakın ama havanın griye teslim olmuş hali, daha sabah etkisi veriyor bana. Eşim hafifçe kıpırdıyor yerinde, ben biraz daha sıkı sarılıyorum ona. Saçlarından ve bedeninden yayılan lavanta kokusunu derin derin içime çekiyorum. Evlendiğimiz ilk günlerde almıştım ona bu esansı ülkemizin tek parfümerisinden ve çok beğenmişti Gül. O günden sonra da hep kullanır oldu. Burnuma dolan lavanta onun ten kokusu ile birleşince beni benden almaya başlıyor. Bir anda yoğun bir istek oluşuyor bende ama kadınımı tatlı uykusunda rahatsız etmek de istemiyorum. Burnumu ensesine gömüyorum ve içime çekiyorum onu. Eşim hala sakin nefeslerle uyuyor ama bende oluşan değişim geçmiyor. Vücudumun her zerresi ayağa kalkmış durumda ve oldukça sertim. Her yanıma yayılan bir ateş dalgası beni zapt ediyor ve biraz daha sıkıyorum ona sarılan kollarımı. Gül, olayın farkında bile değil, öyle derin uyuyor ki! Hamileliğin böyle etkisi var kadınlarda, sık ve derin uyuma. Kendimi tutamıyorum ve boynundan öpüyorum onu hafifçe. Ellerim yavaştan göğüslerini okşamaya başlıyor. Ama o hala uyuyor. Uyanmasını bekliyorum bu hafif temaslarımda. Onların etkisi olmayınca arttırıyorum baskımı ve ardından dilimi geceliğinin çıplak bıraktığı sırtında gezdirmeye başlıyorum. O rahatsız olmuş gibi yeniden kımıldıyor. Ben söz dinlemeyen bir çocuğa dönüşmüş haldeyim. Bazı şeyler yoldan çıkınca insan kendini tutamıyor, tıpkı şimdi bende olduğu gibi. Bu kez de göğüslerini daha sert okşamaya başlıyorum.
-''Yaaaaa!'' diye bir ses çıkarıyor ve eşim kendi dilinde uyumak istediğini söylüyor bana ve yan halinden sırt üstüne geçiyor. Bu beni daha da tahrik ediyor. Artık göğüsleri geceliğinin ince kumaşı altında bana hazır gibi geliyor. Yakasını bağlayan ipi açıyorum yavaşça ve göğüs kısmını iyice ortaya çıkarıyorum. Boynunda, göğsünde dolaşmaya başlıyorum ama usul usul, onun da aynı isteği duymasını istiyorum. Dilimi bir göğsünün ucuna dokunduruyorum, ardından ucun çevresinde daireler çizmeye başlıyorum dilimle. Uyusa da vücudunun bana tepki verdiğini görüyorum dimdik göğüs uçlarından. Artık duramaz haldeyim. O kabaran yükseltiyi ağzıma hapsediyorum, ağzıma attığım bir şeker gibi oldukça lezzetli ve içime çekiyorum hafifçe pembe göğüs ucunu. Uyanıyor sanki çünkü bir eli ile saçımı okşamaya başlıyor. Bu arada bir elim bacaklarının arasına kayıyor ve aldığım tepki tam da beklediğim gibi, ıslak ve sıcak. Yeniden göğüs bölgesindeki taarruzuma dönüyorum. Bu sefer daha istekli ve daha hoyratım. Uyandığını ve bana hazır olduğunu biliyorum. Bedenimi onun üzerine yerleştiriyorum iyice ve çılgınca göğüslerine saldırıyorum. Birini bir elimle avuçlarken diğer göğsü ağzımda oluyor, ardından sıra değişiyor, diğer göğsünü de hoşnut ediyorum kendimce. Aldığı sık nefeslerden artık iyice uykunun etkisinden sıyrıldığını anlıyorum ve çaptan çıkıyorum. Bedenimizi saran ateşin etkisi ile battaniyeyi yana atıyorum, eşimde ayakları ile bana yardımcı oluyor bu harekette ve bacaklarını açıyor büyük bir davetle. Beline dek indirdiği geceliğinin eteklerini de beline dek sıyırıyorum. Hafif kaslı ve uzun bacakları muhteşem görünüyor gözüme. Baldırlarında gezdiriyorum dudaklarımı, hafif ısırıklar bırakıyorum ardından. Dilim yavaş yavaş yükseliyor. Önce düz ve yüksek açıklığında buluyorum kendimi. Seyrek ve hafif tüylü bu düzlük beni başka bir boyuta atıyor. Derken aşağıya kayıyorum hafiften ve onun kasıldığını görüyorum, yaşadığı zevkin belirtilerinden biri. Biraz daha iniyorum ve merkezine ulaşıyorum kadınlığının. Ufak dil darbeleri ve sık nefeslerim ile nasıl uyarıldığını görüyorum, tabii durmuyorum, duramam çünkü. Elma şekerine kavuşan bir çocuk gibi neşeyle dalıyorum tadına. Dudaklarım ve dilim ona doymak bilmiyor. Kadınım artık iyice zirveyi zorlamaya başlıyor, oldukça sık soluk alıp veriyor, hatta bu sesler bazen bir iniltiye dönüyor. Çok geçmiyor ki beni kollarımdan tutup yukarıya çekiyor, ben hemen alıyorum mesajı ve zaten sabırsızca beklediği o sihirli aleme dalıyorum birden. Kadınımın ''Ahhh!'' dediği an zaten ben bu dünyada değilim. O kadar katıyım ki buna ben bile inanamıyorum! Beklemek beni bu hale getiriyor sanırım. Gayet kibar başlayan halimden artık eser yok. En sert hareketlerimi yapıyorum ve o tüm kadınlığı ile beni içine alıyor ve durmadan dalgalarını bırakıyor yay gibi gerilmiş erkekliğime. Fazla hırpalamak istemiyorum onu ve tek pozisyonda sabit kalmayı tercih ediyorum o sabah. Tüm vücudumla abandığım bedeninde oldukça mutluyum. Fakat arada bir hızımı düşürüyorum, zarar vermek istemiyorum çünkü. Yani şimdiye dek beni tatmin eden kadına çok az rastladım. Yani benimle ve biraz iri erkekliğimle baş etmek herkesin harcı değil. Bunu eski dünyadaki tecrübelerimden biliyorum. Erkeğiz sonuçta ve ihtiyacımızı gidermeliyiz diye düşündüğüm ilişkilerin çoğunda kadınlar zorlanmıştır. Eşimin de ilk başta aynı güçlüğü yaşadığını fark ettim ama o beni sevdiği için sanırım acıya dayandı ve sonunda bedeni bana alıştı. Çünkü ilk zamanlar zorlandığım ilk an artık eskisi kadar zaman almıyor. Azalan ve çoğalan hareketlerimiz uzun süre devam ediyor. Gül, bana sımsıkı sarılmış halde ve tık nefes bana uyum sağlıyor hep olduğu gibi. O sadece benim, o sadece beni sevecek, tek erkeği benim ve bu muhteşem vücut sadece benim! Bu dayanılmaz keyif veren düşünceler içinde ona sahip oluyorum dakikalarca, hatta saat olmuştur diye düşünüyorum. Biz erkekler bazen abartmayı severiz, daha güçlü ve farklı olduğumuzu hissettiriyor sanırım bize. Ve her erkek kendini dünyanın en süperi zanneder, tıpkı benim gibi! Aha ha ha, kadınım bana bunu hissettiriyor ya gerçek veya değil, kimin umrunda ki! Uzun bir arbedenin ardından yatağımızda hareketsiz kalıyoruz yan yana.
-''Acıktım ben! Önce bir duş alayım, sonra kahvaltı yapalım!'' diyor eşim bana, yanağıma ufak bir öpücük bırakıyor ve yataktan çıkıyor. Ben bir süre daha yatakta kalıyorum, yağmurun sesini dinliyorum en rahatlamış halimle. Gözlerim kapalı ve gevşiyorum yerimde, neredeyse uyumak üzereyim.
-''Haydiiiiii duşaaa!'' diyen eşimin sesi ile irkiliyorum. Bir anda uykulu halim dağılıyor. Çıplak bedenimle çıkıyorum yataktan ve aldığım havlu ile banyoya yollanıyorum. Ama önce azıcık mutfağa uğruyorum. Ne çabuk giyinmiş de gelmiş hayret. Saçları ince bir havlu ile bone tarzı sarılı. Sıcak suyun etkisi ile kızaran yanakları oldukça güzel görünüyor. Kocaman bir kaba yumurta kırıyor ve bana bakıyor gülümseyerek:
-''Omlet yapıyorum sana, acele et!'' diyor bana. Ben yine şımartılan bir çocuğun dengesiz hareketleriyle duşa koşturuyorum. Hızla giriyorum suyun altına, işimi çabucak bitirmek istiyorum ve en fazla on dakika süren banyodan yine aceleyle çıkıyorum havluya sarınmış halimle. Karım penceremizin önündeki ufak masayı hazırlamaya başlamış bile.
-''Koş, çabuk giyin, hasta olacaksın!'' derken bir anne havasında. İkiletmiyorum hemen odamıza gidip elime ilk geçen kıyafetleri geçiriyorum üzerime. Hatta saçlarımdan sular damlıyor hafiften. Masaya geçiyorum neşeyle, karım bana bakıyor ve hızla gidip bir havluyla geri dönüyor ve saçlarımı kuruluyor.
-''Hasta olacaksın ıslak saçlarla!'' diyor bana ve öyle hoşuma gidiyor ki bu korumacı ve sahiplenici halleri, anlatamam! Ve omlet tabaklarımızı getiriyor, sunum harika! Hafif üçgen şekli verilmiş omletin üstü peynir ve domates sosu kaplı. Sıcak çaylarımızın dumanı tütüyor. Dışarıda rüzgar fırtınaya dönüyor hafiften ve biz yuvamızda çok mutluyuz! Masamızda yok yok. Yaptığımız kışlıkların her birinden azar azar dizilmiş. Reçel, marmelat, zeytin, peynir, domates basması, vs. Geçen kış geliyor aklıma birden. Yalnızdım hem de çok yalnızdım ve bu pencerenin önünde çok tatsız tuzsuz kahvaltım oldu hatta bazen kahvaltı yapmadım bile. İnsan bir başına olunca canı pek bir şey istemiyor zaten. Ama şimdiki gibi olunca en basit şey bile oldukça güzel. Sanki onunla her lezzeti, her güzelliği en baştan keşfediyorum.
-''Seneye bu vakitler üç kişi olacağız ufak masamızda, ne güzel değil mi?!'' diyen Gül, beni tatlı düşlerimden aşağı atıveriyor ama ona bir cevap vermem lazım.
-''Hıııııı!'' diyorum kısaca.
-''Bir mama sandalyesi lazım olacak bize. Nasıl yapsak?!''
-''Hallederim ben.'' derken yüzüm sirke satıyor. Gözümün önünden can sıkıcı görüntüler geçiyor bir anda. Gül, benim önüme tabağımı bırakmış ve sürekli çocuğumuzla ilgileniyor, doğru dürüst konuşamıyoruz bile. İğrennnç! Artık sadece benimle ilgilenmeyecek ve büyük olasılık çocuk ağlayacak falan. O onu susturmaya çalışırken ben yine kendi kendime kahvaltı yapmak zorunda kalacağım falan. Oldukça tatsız!
-''Yine derin derin ne düşünüyorsun?'' diye soran eşim halimi az çok anlıyor gibi.
-''Hiiiiç!'' derken aklım bin sıkıntı senaryosu ile dolup taşıyor.
-''Seni sevdiğimi biliyorsun değil mi? Senin yerin ayrı, bebeğin yeri ayrı.''
Ben, şikayetçi bir çocuk oluyorum bu kez:
-''Onunla ilgilenmek zorunda kalacaksın, ben de kaderime terk edileceğim!''
-''Yok öyle şey, abartma!''
-''Mesela bu sabahki gibi rahat rahat sevişemeyeceğiz, baş başa kahvaltı yapamayacağız, öncelik hep bebekte olacak.''
-''Doğru ama onu uyuttuğumda seninle ilgileneceğim.''
Ona bir karşılık vermiyorum, çünkü beni avutmaya çalıştığını biliyorum. Can ile Su'nun bebeğini gördük işte! Ufacık şey, koca iki insanı perişan etmiş. Gül, çapkınca gülüyor ve kendini kucağıma bırakıyor, gönlümü almaya çalıştığından eminim. Önce soğuk dursam da ardından dayanamayıp sarılıyorum ona ve başımı göğsüne yaslıyorum, o saçlarımı ve yanaklarımı okşuyor ve bir yandan:
-''Koca bebek seni!'' diyor bana. Küçüğü, kocamanı yok ki! Herkesin sevgiye ihtiyacı var, hele ben gibi bunu çok geç yakalayan biri için oldukça şart. Ama Gül için bazı şeylere katlanabilirim, eşim mutlu olacaksa ben de onun gibi davranmaya çalışacağım. Hem belli olmaz, belki de bizim bebeğimiz sakin olur! Umarım öyle olur!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFRETİYA (Yetişkin.) Tamamlandı.
Science FictionBiz bir süre bilinen dünya içinde yaşamış ve asla umduğunu bulamamış insanlarız. Yakalandığımız sendrom da belli: Nefretiya! Anlamı, yaşamda umduğunu bulamayan kişilerin yaşadığı aşırı mutsuzluk hali ve onun sonucunda ortaya çıkan değişik bir hastal...